Bu yazıda yapmak istediğim “Felsefe yapmak ne anlama gelir?” sorusunu tartışmaya açmaktır. Hiç bir felsefeci yetiştiği toplumdan, kültür coğrafyasından, aldığı eğitimden bağımsız düşünülemez. Çevresel, kültürel hatta inanç farklılıklarını da dikkate aldığımda kendi açımdan felsefe yapmak “Düşünce üretme sanatıdır” diyebilirim.
Yunanda felsefe, varlık soruşturmasıyla başlamıştır. Varlık soruşturması felsefenin en temel problemidir. Varlık, felsefe de en temel hatta tümel kavramdır. “Varlık nedir? Varlık nasıl meydana gelmiştir? Varlıktaki çeşitli türlerin nedeni nedir? Değişim, hareket nedir? Neden buradayız? Biz nasıl biliriz? İnsan mutlu olmak için ne yapmalıdır? Ahlakı nasıl temellendirebilirim?” gibi sorulara verilen cevaplar filozofun düşünce sistemini belirler
19. yüzyıla kadar Yunan düşünürlerin eserleri, başta Süryanice, Arapça, Latince olmak üzere diğer dillere çevrilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Takdir edersiniz ki bir kavramı diğer bir dile motamot çevirmek zor bir iştir. Bir kavramın diğer bir dilde tam karşılığı bulunmayabilir. Bu sebeple çoğu düşünür, Yunanca eserler üzerine şerhler yazmak zorunda kalmıştır. Yapılan şerhler çevirmenin kültür dünyasından bağımsız değildir. Yazılı metinlere kişisel yorum katmak her zaman mümkün olmuştur. Bu yüzden günümüze kadar birçok Platon, Aristoteles yorumcusu ortaya çıkmıştır.
Mantık sizce bir bilim midir yoksa düşünme sanatı mıdır? Felsefe tarihinde mantık ilminin kurucusu Aristoteles olarak bilinir. Bence Aristoteles, kendi felsefesini temellendirmek adına kendi mantık sistemini kurmuştur. Bu tespit, mantığın belirli bir düşünce sanatının sistematik hale getirilmesi olduğu anlamına da gelir. Bilindiği gibi Aristoteles mantığı 19. yüzyıla kadar materyalist, pozitivist biliminin alt yapısını oluşturmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra düşünürler, Aristoteles’in düz mantığını ve determinist evren anlayışını sorgulamaya başlamışlardır.
Demokritos’un parçalanamaz dediği “atom” parçalandığında, yeni bir düşünce sisteminin oluşturulması zorunlu hale gelmiştir. 1960’lardan, özellikle de atom parçalandıktan sonra, kuantum fiziğini anlamlandırmak adına Aristotelesçi mantık sisteminin dışında yeni bir mantık sistemi kurmaya çalışan filozoflar oldu. Kuantum felsefesinin temellendirilmesi ancak çağdaş mantığın (sembolik mantık) ve çağdaş felsefenin kurucusu Alman mantıkçı Gottlob Frege ve bulanık mantığın kurucusu Lotfi A. Zadeh sayesinde oldu.
Mantık dizgesini kuran bir filozof, çağın bilimini yönlendirir, diyebilir miyiz? Sistematik düşünceyi kim kurarsa kitleleri peşinden sürükler, diyebiliriz, tıpkı Aristoteles gibi. Mantık sayesinde insanları belirli kalıplar içinde düşünmeye yönlendirebiliriz. Bu sebeple bilginin kaynağını temellendirme problemimiz vardır. Günümüze kadar birçok doğru bildiğimiz yanlışın olduğunu öğrendik. Dinde nasıl hurafeler varsa bilimde de hurafeler vardır. İnsanlar, hurafelerini kolay terk etmezler. Evren konusunda Batlamyus veya Kepler’in görüşünü savunanlar, bilimsel hurafeleri kolay kolay bırakmak istemeyenlere güzel örnek teşkil eder.
Evrenin merkezine dünya yerine güneşi koyan Kopernik, Aristotelesçi kozmolojiye meydan okuyordu. Hristiyanlığın cizvit mezhebi sıkı sıkıya Aristatelesçi fikirlere dayalıydı. Cizvit papazları gökteki gezegenlerin hareketlerini ve Aşai Rabbani ayininde ekmeğin nasıl İsa’nın bedenine dönüştüğünü açıklamak için Eski Yunan bilgeliğini kullanıyorlardı. Aristoteles de birçok filozof gibi aslında metafizik yapmıştı. Aristoteles metafiziği kilisenin entelektüel cephaneliğinde etkili bir silah olmuş, Aristotelesçiliğe saldırmak kutsal kitabın emirlerine ve Aşai Rabbani ayinine karşı çıkmakla eşdeğer hale getirilmişti. Bu konuda Charles Seife’in Alfa ve Omega adlı kitabının “İlk Evrenbilim” bölümüne daha ayrıntılı okumalar için bakılabilir.
Düşünce tarihinde insanların evren algısını hiçbir filozof Aristoteles kadar etkilememiştir. Kalıp düşünme formlar, kapalı algılar meydana getirir. Kalıp düşüncedeki ya hep ya hiç mantığı, üçüncü halin imkansızlığı ilkesi, kuantum fiziğinde işe yaramaz. Düşünebildiğimiz kadar ilerleyebildiğimize göre düşüncelerin sınırlandırılması özgün ve özgür düşüncenin önüne set çekmektir. Düşünme, varlığımızın temel fonksiyonudur. Yaşamın sürdürülebilmesi ve geliştirilebilmesi için düşünmek zorundayız. Mutluluğumuz, mutsuzluğumuz, iyiliğimiz ve kötülüğümüz, başarı ve başarısızlığımız ona bağlıdır. Hayatımızın temel fonksiyonlarından biri olan düşünme eğitimimizi rastlantıya bırakmak, rüzgârın estiği yöne doğru savrulmak gibidir.
İnsan değer üretebilen bir varlıktır ve insan değer verdiği, önemsediği, vazgeçilmez gördüğü her şeyi kendi eğitiminin konusu yapmıştır. Düşünme, sürekli ve ucu açık bir faaliyettir. Düşünme ve eylem arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu yüzden eylemlerimizin sonuçlarına katlanmaktayız. İnsanın düşünme yetisini etkin bir şekilde kullanabilmesi çok önemlidir. Kişinin üretici ve yaratıcı olabilmesi, başına gelen sorunları çözebilmesi, hayata bir anlam verebilmesi hatta hayatta kalabilmesi buna bağlıdır. Düşünce ürettiğimiz kadar medeniyet kurabilir, bilimde ve teknolojide ilerleyebiliriz.
Özel türden bir düşünmenin ürünü felsefe, sonunda felsefi düşünme denilen bir tavra dönüşür. Mitolojik, dini, sanatsal, teknik veya bilimsel düşünme tarzlarından farklı olarak felsefi düşünme, tüm diğerlerinin ne yaptığı üzerine düşünür. Felsefenin gücü de buradan gelir: Her şeyin “üzerine”, her şeyin “üstünde” olmasından. Felsefe yapmak, ne Aristoteles ile ne de Zadeh mantığıyla sınırlandırılamaz. Felsefe yapmak, insan zihninin etkinlik halinde olmasından kaynaklanan bir süreklilik içinde bütünleştirmek, sistemleştirmek, açığa çıkarmak demektir. Öyleyse felsefe ile insan zihni, bağlarından kurtulur, ön yargılarını yıkar, kendini inceleme nesnesi haline getirir. Böylece insanlık kendisini felsefi düşüncenin aynasında yeniden görür.