Kuantum düşünce tekniği ve tasavvuf, içi aynı dışı farklı paketlerde önümüze sunulan düşünce akımlarıdır.
Kuantum düşünce teknikleri; gelecekte olmasını istediğimiz durumlar, kendimizde görmek istediğimiz özellikler hakkında hayaller, sesler ve duygularla oluşturulan bir düşünce biçimidir (1). Tasavvufi düşünce ise kökleri çok eskilere dayanan kadim düşüncelerden özellikle Hinduizm, Taoizm, Brahmanizm gibi akımlardan çok etkilenmiştir.
Kuantum düşünce tekniği ve tasavvuf, içi aynı dışı farklı paketlerde önümüze sunulan düşünce akımlarıdır. Bu tür düşünceler kitabımızın rehberliğinde ele alındığında ancak sağlıklı bir düşünce formuna sahip olabiliriz. İşte o zaman ayağı yere sağlam basan birer fert olabiliriz.
Kuantum düşünce tekniği, kuantum felsefesiyle beraber ortaya çıkmıştır. Hatta günümüzde medya sayesinde kuantum felsefesi ve tasavvuf birleştirilerek pazarlanmaya başlanmıştır. Kuantum felsefesi de kuantum fiziğiyle ortaya çıkmıştır. Parçalanamaz anlamında olan atom parçalandığında pozitivist fizik tahtını, kuantum fiziğine bırakmak zorunda kaldı. Kuantum fiziğinin halka arz edilmesi sorunu ortaya çıktığında ise kuantum düşünce tekniği ve tasavvufla bu alanı anlamlandırmaya başladık. Bu alanı anlamlandırmamızın sebebi, bu alanın dış dünyada bir örneğinin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Maddenin doğasına yeterince derinlemesine dalındığımızda, yaşadığımız dünyadaki bildiğimiz her şey yok olur. Katı madde olarak düşündüğümüz eşya, kuantal alanda farklılaşır.
Kuantum fiziğinde öne çıkan ana kavram enerjidir. Atomların dalga formları ve düşüncenin şekillenmesinde kuantum fiziği mistik düşünce modelleriyle üst üste gelen yeni modeller sunmaktadır. Kuantum enerji alanlarının dalga boyutlarında yelken açan insan zihni, kendi heva ve hevesine esir düşmüş gibi görünmektedir. İkiliği tek gören, süslü bir pasta bütünlüğünde parçayı bütünden sayan insan zihninin oynadığı oyunda ‘’Şeytan bunun neresinde’’ diye sormadan edemiyorum, “Tanrı bunun neresinde?” diyen Batı düşüncesinin sorgulama mantığını kullanarak…
Atomlarda var olan enerji, bize toptancı bir bakış açısı sunmaktadır. Frekans alanlarına yüklediğimiz anlamlar kendi çıkarımlarımızdır. Kuantum felsefesinde hem hem mantığı (yani bulanık mantık) öne çıkmaktadır. Hepimiz bir bütünün yansımasıyız: Sen de haklısın sen de…
Kuantum alanlara yüklenilen mistik yorum sayesinde tasavvufta yapılan rabıta da normalleştirilmektedir. Rabıta, Arapça “rabt” kökünden türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte birleştirmek, iliştirmek ve bağlamak anlamına gelmektedir. “Tarikatta rabıta, müridin Allah’ta fani olmuş bulunan (2) şeyhinin suretini hayalinde sürekli canlandırmasıyla onun ruhaniyetinden yardım istemesi demektir (3). Bu da müridin edeplenmesi (saygılı olmaya alışması) ve tıpkı şeyhinin yanında bulunuyormuş gibi gıyabında da ondan feyiz alabilmesi için lüzumludur. Çünkü mürit, şeyhinin suretini hayalinde canlandırmakla ancak huzur bulur, nurlanır ve bu sayede çirkin davranışlarda bulunmaktan sakınır”(4).
Doğu âleminde mürit – mürşit ilişkisinin kökeni çok eskilere dayanır. Bu ilişkinin nasıl olduğu pek bilinmez. Mürşid, irşat eden hoca; mürit de onun talebesi veya dervişidir. Mürit kendisini hocasına tam anlamıyla teslim eder. Bu teslimiyette talebe geçmişten beslediği tüm düşünce ve inançlarını bırakmalıdır. Mürit daha önce yaşamış olduğu hayat tarzını terk eder, alışkanlıklarını bırakır, tutkularından vazgeçer. Bu tam anlamıyla mürşidine teslim olur, onun buyruklarına itaat eder.
Zamanımızın sadece kendisini düşünen ferdiyetçi zihniyeti ile bunu kavramak zordur. Çünkü herkes kendi içinde bağımsız bir dünya arzular. Cemiyet içinde mürşidin odaklaşmış bir şahsiyeti vardır. Onun bütün amelleri çevresindekilerle ve kendiyle olan muamele ve ilişkisi müride bir örnek teşkil eder. Mürşid zahirde görünen nefsin arzuladığı cezb edici şeylerle insanları kendisine bağlamaz. Onun sesi de dışarıdan duyulmaz. O huzuruna gelen kişiyle kalp sesiyle (ruhuyla) konuşur. Müridin kendisini ve Allah`ını bulabilmesi ancak Mürşidinin bu sesini ne derece bir hassaslıkla algıladığına bağlıdır. Kalp gözünün açıklık derecesine göre Mürşidiyle bağlantı kurar (5).
Dr. Haluk Bergmen “Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf” adlı kitabında hem bilim, hem felsefe hem de tasavvufi bilgileri harmanlayarak insan aklının ve tininin derinliğini, hem doğayı hem de kendisini kavrayış ve yorum gücünü, fizik ile metafizik arasındaki yakın ilişkiyi okuyucuya aktardığını savunmaktadır. Kitap evlerinin raflarında, kuantum ve tasavvufla ilgili birçok kitap yer almaktadır. Hatırlarsanız birkaç yıl önce “The Secret/Sır” adlı bir kitap en çok satanlar listesindeydi. Sonrasında benzer kitaplar çoğalarak raflardaki yerini aldı. Kitapta “İste! Evren sana cevap verecektir. İste! Evren isteğini gerçekleştirmek için harekete geçecektir” deniliyordu. Kitapta kısaca insan bir şeyi istediğinde onu elde etmiş gibi düşünmesi gerektiği, olumlu hareket ederek, isteğini zihninde sürekli canlı tutarak ve istekleri için harekete geçerek sonrasında “Sır”ın kurallarının işlemesi için beklemesi tavsiye ediliyordu… Sözde bu kitapla kadim bir “Sır” tekrar okurların gündemine taşınıyordu.
Gerçekten “Sır” doğru muydu?
The Secret tarzı kitaplarda, evrende bulunan yasaların işleyiş preniplerinin çözüldüğü iddia edilir. Bu iddia, iddia sahibini bağlar. Bir insan evrene yaydığı enerjiyle (dua) bir istekte bulunduğunda evrenin yasalarının bu isteği gerçekleştirmek için harekete geçtiğini savunmak ne derece doğrudur? İnsanın evrene tahakküm ettiğini düşündürtmek için İndigo dergisinde yayınlanan bir makalede, 6 oldurmanın 7 yasasından bahsedilmektedir. Ben dört tanesini örnek olarak vereyim.
- İrade Yasası: Her şey irademiz dâhilinde gerçekleşir ve bizi insan kılan iradedir. İrade, isteği yaratır, istek de oldurmanın ana maddesidir. Bu yüzden evreni harekete geçiren irademizdir. İrademiz ne kadar güçlüyse evrensel değişimleri yaratmak o kadar kolaydır. Bir şeyleri yaratırken başkalarının iradelerine karışmamak oldukça önemlidir yoksa irade yasasına ters davranmış oluruz. Bu da evrensel düzeyde hoş bir etki yaratmaz.
- Benzeşim (sempati) Yasası: Ruhsal dünyada benzerler benzerleri yaratır.
- Tümevarım (bumerang) Yasası: Her enerji, çıktığı kaynağa geri döner. Bu dönüş katlı (üç katı, yedi katı vs.) olabilir.
- Parça, Bütüne Aittir Yasası: Parçaya yapılan etki bütünü, bütüne yapılan etki parçayı etkiler.
Dergide verilen yasalara göre, bir dileğimizi ne kadar çok ister ve ne kadar çok ona odaklanırsak, evrene yaydığımız enerji bir o kadar güçlü olacaktır. Bunu telefon sinyaline benzetebiliriz. Eğer telefondaki sinyal düşükse bir başka kişiyle kesik kesik konuşuruz ve kendimizi zar zor ifade ederiz. Buna karşın sinyal yüksekse sesimiz daha net çıkar. İşte, bir şeyi çok istemek ve istekte ısrarcı olmak ilk koşuldur. İstemenin şiddeti, evrene ulaşım sinyalini yükseltir (7).
Başkasının yüzü suyu hürmetine dua etmek, türbelerden, gavslardan yardım dilemek, rabıta yapmak ne ise evrenin kendisini aracı kılıp evrenden istekte bulunmak da aynı şeydir.
Nebi/elçilerimiz bize her konuda örnektir: Elçilerin yönelişi ve yakarışı, sadece Âlemlerin Rabbine olmuştur. Onlar, dünya – ahiret dengesini içselleştirmiş, birgün hesap vereceklerinin farkındadırlar. Nimete şükür, tüm elçilerin ve inananların olmazsa olmazıdır. “Sır” kitabında ve yazılmış tüm kuantum düşünce teknikleri konulu kitaplarda, bizim gibi yaratılan evrene yöneliş ve yakarış tavsiye edilmektedir. Teşekkür de evrene yapılmaktadır…
Sanırım sorunun cevabı belli oldu ve iki yakarış arasındaki fark ortaya çıktı: Kimden niçin, nasıl ve ne istiyoruz? Bizler, bazen hayra dua ettiğimiz gibi şerre de dua edebiliriz. Hatta dileğimiz bizim en büyük imtihanımız olabilir. Hz Ali “Ben Onun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden öğrendim.” derken ne demek istemiştir? (8)
İnsana, her istediği verildiğinde azar, verilmediğinde ise umutsuzluğa kapılır. Asıl mesele, biz kendimiz için neyin hayırlı neyin şer olduğunu bilmediğimiz için, tıpkı Musa (a.s) gibi dua etmeliyiz:
“Rabbim! Bana vereceğin her hayra ihtiyacım var” (Kuran’ı Kerim, Kasas/24).
Dua, ibadetin özü, inanan insanın Rabbine yakarışıdır. Duayla namazla frekans alanımızı güçlendirmeliyiz. Frekans alanımız zayıf düşerse, insan ve cin şeytanlarının vesveselerine kulak vermeye başlarız. Resululah’ın Nas ve Felak surelerini okuması ve insanlara bu sureleri okumayı tavsiye etmesi çok manidardır. Ayetle de sabittir, şeytandan bize bir dürtü geldiğinde veya bir hata yaptığımızda hemen Allah’a sığınmalıyız (9). Kuran’ı Kerim’de şöyle yazılıdır:
“Rabbinize için için yalvararak gizlice dua edin. O, aşırılık yapanları sevmez” (A’raf/55).
“Yeryüzünde düzen sağlandıktan sonra kurulu (doğal) düzeni bozmayın. Korkuyla ve umutla O’na yalvarın. Çünkü Allah’ın ikramı, güzel davrananlara yakındır” (A’raf/56).
Kur’an’ı Kerim’deki, tüm dua ayetlerinden çıkarılacak en güzel ders Nebi/Resullerin dua ederken yalnızca Rablerine yönelmeleri ve dua etmeleridir.
“De ki duanız olmasa Sahibinizin yanında ne değeriniz olur? Siz hep yalan söylediniz. Yarın yalanınız yakanızı bırakmayacaktır” (Furkan/77).
“Gökleri, yeri ve bu ikisinin arasında olanları başka değil; belli bir ömrü olan gerçek varlıklar olarak yarattık. Ayetleri görmezlikten gelenler (kâfirler), yapılan uyarılardan yüz çevirenlerdir” (Ahkaf/3).
“De ki Allah ile aranıza koyarak çağrıda bulunduklarınızın ne olduklarına baksanıza! Gösterin bana, yeryüzünde neyi yaratmışlar? Yoksa göklerde bir payları mı var? Söyledikleriniz içinize yatıyorsa bu konuda bana, daha önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kırıntısı getirin” (Ahkaf/4).
“Allah ile arasına koyarak, (mezardan) kalkış gününe kadar cevap veremeyecek kimselere çağrıda bulunandan daha sapık kimdir? Bunlar, onların çağrısının farkında olmazlar” (Ahkaf/5).
“İnsanların bir araya getirildikleri gün bunlar onlara düşman olacaklar ve yaptıkları kulluğu kabul etmeyeceklerdir” (Ahkaf/6).
“Desen ki size gökten ve yerden size rızık veren kim? Dinleme ve ileri görüşlü olma (basiret) özelliklerinize hâkim olan kim? Ya ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kim? Kimdir o bütün işleri çekip çeviren? Allah’tır, diyecekler. De ki hiç çekinmez misiniz?” (Yunus/31)
“Sizin gerçek Rabbiniz (10) olan Allah işte budur. Gerçeğin ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl oluyor da halden hale sokuluyorsunuz?” (Yunus/32).
Şirk, Cenab-ı Allah’ın asla affetmeyeceği bir suçtur. Şirk, ortak etmek demektir. Allah’a şirk koşmak, ona ait özelliklerden birini veya bir kaçını başka bir varlıkta da görmektir (11). Dikkat ettiyseniz The Secret tarzı kitap ve makalelerde, evrenin kendisi haşa özde birlik felsefesiyle Allah’tan taşan ruhsal enerji (nur) olarak lanse edilmektedir. Her şey odur ve ondandır (Vahdet-i vücut). “La mevcuda illa hu” diyerek…
Günümüzde enerjiye çok büyük bir önem atfedilerek büyük görev yüklenilmektedir. Tıpkı geçmişte maddeye verilen değer gibi… Popüler medya sayesinde günümüzde materyalistlerin yerini Enerjiciler aldı… Enerjiye yüklenilen görevleri çok dikkatli bir şekilde okumalıyız. Bu alan için söylenen her sözü ve yazıyı Kur’an’a arz etmeliyiz. Hatta bu durumu alışkanlık haline getirmeliyiz. Bu konuda Rabbimiz ne diyor, diye düşünmeliyiz.
Kur’an’dan onay almayan hiçbir şeyi kabul etmemeliyiz. Ne diliyorsak evrenden, türbelerden, gavslardan değil, yalnız Rabbimizden dilemeliyiz. Fatiha suresinde olduğu gibi:
“Her şeyi güzel yapan yalnız Allah’tır (12). O, bütün varlıkların Sahibidir (13).
İyiliği sonsuz, ikramı boldur.
Hesap verme14gününde yetki O’nundur.
(Allah’ım) Kulluğu yalnız Sana yapar, yardımı yalnız Senden isteriz.
Bizi doğru yoluna kabul et;
Mutluluk verdiğin kimselerin yoluna.
Gazaba uğramamış ve sapıtmamış olanların yoluna” (Amin)[7]
Mürüvvet Çalışkan
Kaynaklar