Hepimiz kutsal metinlerdeki yaratılış hikayesine az çok aşinayızdır. Tanrı Adem’i yaratır ve onu cennet bahçelerine koyar. Cennet bahçelerinde her şey Adem’in önündedir, bir şeyi elde etmek için çaba sarf etmesi gerekmez. Adem bütün nimetlerden istediği şekilde yararlanabilir ve hiç çaba sarf etmesine de gerek yoktur. Ardından Tanrı Adem’den aldığı bir parçayla ona bir eş yaratır. Bu eş sayesinde Adem yalnız kalmayacak ve can sıkıntısı gidecektir. Sonrasında hepinizin bildiği gibi malum elma yenilir ve Adem ile Havva Dünya’ya sürgün edilir. Adem burada hayatta kalabilmek için çalışmak zorundadır. Alın teri dökerek, kas gücü kullanarak varlığını devam ettirmelidir. Cennet bahçelerinde serbest, boş zamana bolca sahip olan Adem artık çalışmak durumunda kalmıştır.
Kutsal metinlerin bu yaratılış hikayesinde şu nokta dikkat çekicidir: Tanrı tarafından ilk insanlara verilen ceza tamamen serbest zamana sahip oldukları cennet bahçelerinden kovularak emek sarf ederek çalışma durumuna sürgün edilmeleridir. Adem boş zaman sahibiyken artık bu zamanı kısıtlanmıştır çünkü Dünya’nın zorlu şartlarına karşı mücadele etmek durumundadır. Bu durumun ilgi çekici yanı çalışmanın ve emek sarf etmenin insanı soktuğu sıkıntılı ve olumsuz durumdur. O halde çalışmak insan için negatif bir anlama sahiptir.
Güncel Bir Tartışma Konusu: Boş Zaman
İlk insanın var olduğu dönemden bu yana tarihsel süreçte boş zaman ve çalışmak kavramı üzerine birçok yorumda bulunduk. Bu konu yaşamın her döneminde güncelliğini korudu. İlk uygarlıkları ele aldığımızda insanlar tarım yaparak, savaşarak, gökyüzüne bakarak çalışıyorlardı. Teknik ve bilim gelişmediği için o dönemlerde insanlar kas güçlerini bolca kullanarak hayatta kalabilmek için emek sarf ediyorlardı. Bu durumda bu insanların sahip olduğu boş vakit kısıtlı olmak zorundaydı çünkü doğaya karşı insan her an tetikte olmalıydı. İlerleyen tarihlerde de aynı durumun söz konusu olduğunu öne sürebiliriz fakat Sanayi Devrimi ile başlayan endüstrileşme, makineleşme ve tekniğin gelişimi boş zaman kavramının tartışmasını farklı boyutlara taşıdı. Çalışan işçi sınıfı (proleterya) ve buna nazaran daha az çalışan sermaye sahibi burjuvazi dediğimiz sınıflar görülmeye başlandı.
Boş zaman, günümüze gelene kadar farklı anlamlarla yüklü bir faaliyet alanı olarak görüldü. Bu kimi zaman insanın daha verimli çalışması için gerekli görülen bir süreç kimi zaman da eğlenme, dinlenme ve zevk almaya ayrılmış bir süreç olarak ele alındı. İş dışında yaptığımız faaliyetler ve eylemler de boş zaman olarak değerlendirilmektedir. Boş zamanı diğer zamanlardan ayıran nokta, bir şeyler yapmak zorunda olmamamız olabilir. O halde birey istediği şeyleri yapmaya yönelmeyi tercih eder. Serbest zaman; seçme, tercih, kaçış, spontanelik ve özgürlük anlamlarıyla yakından ilişkilidir. İş’in zorlayıcı dünyasından, gevşeme, ferahlama ve de kendini salıverme durumuna bir nevi kaçışı ifade eder (Hibbins). Bu zorlayıcı dünyadan kaçış bazı dönemlerde ise zararlı olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Antik Yunan’da bu tembellik olarak görülmüş ve belli bir sınıfın hakkı olarak ele alınmıştır.
Çalışmak Bir Erdem midir?
“Çalışmak ha.. Sanki insanoğlu dünyaya bunun için geldi!” (Gorki, Yaşanmış Hikayeler)
Bertand Russel, çalışma olgusunun bir erdem olarak görülmesini kesin bir dille reddederek sıradan bir insanın çalışma süresinin büyük ölçüde azaltılması gerektiğini savundu. Ona göre çalışmayı görev olarak görmek “köle ahlakı”nın (iktidar sahiplerinin, güçsüzleri kendi çıkarlarına göre yaşamaya ikna etmelerini sağlayan aracın) bir parçasıydı. Bu yöntem aslında “efendilere” daha çok boş zaman sağlıyordu. Russel, efendilere sağlanan bu boş zamanı bütün insanlığa adil bir şekilde bölüştürülebileceğini söylemiştir.
Çalışma kavramı insan üzerinde tahakkümcü bir tavra sahiptir. O halde çalışma sürelerinin azaltılması, çalışmanın kişinin yazgısı ve yaşamının tümüyle belirleyicisi olmaktan çıkarılması gerektiği ve boş zaman alanlarının artırılmasının bir insanlık hakkı olduğunu savunabiliriz. Aynı zamanda bireylerin boş zamanının artırılması kültürel zenginliğin artmasına ve insanlığın gelişiminin hızlanmasına sebep olabilir. Russel’a göre zorunlu çalışma, ancak boş zamanı zevkli kılacak ölçüde olmalıdır. Bitkinlik, yorgunluk meydana getirecek ölçüde olmamalıdır. Bu durumda insanlar çalışma yorgunu olmayacaklarından boş vakitlerinde edilgin ve yavan eğlencelerle yetinmeyeceklerdir (Ömer Aytaç). Yorgun olmayan bireyler boş zamanlarda hobilere ve farklı uğraşlara yöneleceğinden kültürel zenginliğin artması öngörülebilir bir durumdur.
Bir başka açıdan çalışma olgusu, insanı doğanın tutsaklığından kurtararak bağımsızlaştırmıştır. Modern üretim tarzına geçilmesiyle çalışma; örgütlü, disiplinli, metodik ve rasyonel hale geldi. İş’in anlamı ve işlevi değişti. “İş, kendi başına doyurucu ve zevkli bir etkinlik olmak yerine, bir göreve ve bir saplantıya dönüştü. Çalışarak zenginleşme olanağı artıkça, iş de zenginlik ve başarıya giden yolun tek aracı olup çıktı. İş, Max Weber’in sözleriyle, “içedönük bir çilecilik” dizgesinin başlıca etkeni, insanın yalnızlık ve kopmuşluk duygusunun yanıtı oldu” (Fromm). Burada Fromm, günümüz pazarındaki araçsal, ticari aklın, hayatın her alanına yayılmasıyla açıklanabilir. İnsan tamamen neoliberal politikaların etkisi altına girmiştir ve bu politikalar hayatın her alanında ticari aklı etkin kılmıştır. Aile ilişkileri, sosyal ilişkiler, eğitim, spor, sağlık, kültür gibi birçok olgu günümüzde araçsal aklın etkisi altında kalmıştır. Hal böyle olunca iş Fromm’un dediği gibi günümüz insanı için bir saplantı haline gelmiştir. Başarıya ve maddiyata ulaşmaya çalışan insan çevresindekilerin de bunun için çabaladığını fark ettiğinde maneviyatın yoksunluğunu hissetmektedir. Bu his Weber’in dediği gibi bizi yalnızlık ve kopmuşluk duygularına iter. Boş zaman dahi araçsal aklın denetimi altına girmiştir insanlar artık boş zamanı, boş olmayan zamanları daha efektif bir şekilde kullanabilmek için bir araç olarak görmeye başlamışlardır. Fromm’a göre birey, üretim ve örgütlenme sürecinde edilgin olduğundan boş vakit, eğlenme ve tüketim sürecinde de edilgindir. Çalışma sürecinde katılım ve sorumluluktan uzaklaşması, hayatın diğer alanlarında da pasifizme yatkınlığı içselleştirmesine ve bağımlı kişilik ortaya koymasına yol açmaktadır. Bugün daha fazla boş vakte sahip olmakla birlikte çoğu kişi, yabancılaşmış bürokratizmin sürüklediği edilginliği boş vakit/dinlenme zamanlarında da gösteriyor (Stanley Parker).
Tüketim ve Boş Zaman
Baudillard’a göre günümüzdeki toplum bir “tüketim toplumu”dur. Her şey metalaşmıştır. O halde boş zaman olgusu da tüketim toplumunda metalaşmış bir olgudur. Kapitalizm, üretileni piyasaya sürmek için tüketimi yaygınlaştırmalıydı ve boş zaman bunun için fazlasıyla elverişliydi. Kapitalist endüstriler boş zamanda insanların tüketebileceği içerikler-ürünler üretmeye başladılar. Buna “eğlence endüstrisi” adını verebiliriz. Boş zamanlarda eğlence endüstrisinin ürünlerini tüketmek birey için bir statü/kimlik üretimi anı oluşturduğu için aynı zamanda işlevseldir. Baudrillard, kapitalist etiğin her yerde geçerli olduğunu ileri sürer. Çalışma alanında olduğu kadar, boş vakit ve tatillerde de aynı “zorlama ahlakı” geçerlidir. Çalışmadan elde edilen tatmin bir bakıma boş vakit etkinlikleri ve tüketimden elde edilen “tatmin praksisi” ile aynıdır. Örneğin, bronzlaşma saplantısı, “turistlere İtalya’yı, İspanya’yı ve müzeleri ziyaret ettiren bu şaşkın devindirici güç, güneş altındaki bu zorunlu jimnastik ve çıplaklık ve özellikle de eksiksiz yaşamaya özgü bu gülüş ve bu neşe hepsi birlikte aslında ödev, fedakarlık, çilekeşlik ilkesine adanmanın belirtisidir” (Baudrillard’dan aktaran Aytaç).
Mutluluk duygusu da günümüzde boş zaman tüketimi ile fazlasıyla bağdaştırılabilir. Bauman bir konuşmasında şöyle der: “Bizler bugün tanıtımla, reklamla, sürekli yeni cazip çekici modalarla mutluluğu hep daha iyi, kesintisiz bir dizi memnuniyetler bütünü olarak düşünmeye itiliyoruz.”Ünlü Alman şair Goethe ise bir şiirinde, “Asıl kâbus ardı arkası kesilmeyen güneşli günlerdir” der. Boş zamanlarda sahip olduğumuz, olacağımız ürünler bize kesintisiz mutluluk sağlayacakmış gibi düşünürüz ve daha çok çalışarak daha çok maddiyata sahip olmak bize aydınlık günleri vadediyormuş gibi görünür. Oysa Goethe’nin geliştirdiği bu felsefe endüstrinin bize sunduğu, tüketim ile gelen mutluluk yanılsamasının karşısında duran sert bir yanıttır.
Boş zaman ve çalışma kavramları ilk insanlıktan bu yana ele alınmış üzerine çokça yorumlar yapılmış kavramlardır. Net sınırları çizilmemiş, kesin bir yargıya da ulaşılamamıştır. Lakin bu konunun üzerine düşünmek bir felsefe geliştirmektir. Yaşadığımız dönemin farkındalığına varmamız için muhakeme edilmesi gereken bir konudur, boş zaman. Gelişen, inşa edilen dünya ile insanlığın artan nüfusu bireylere belki de algılarının kaldıramayacağı kadar fazla veri göndermektedir. Birey bu verilerden hangisini seçip kullanacağı konusunda sürekli bir mücadele içerisindedir. Bundan kaçınarak manevi varlığımızı ferahlatmak için boş zamana ihtiyacımız vardır. Manipüle edilmemiş ve bireyin bilincinde gerçekleşen bir boş zamana. Belki de bazen ciddiyetten uzaklaşmalı ve Freud’un dediği gibi “maddi aklın elimizden birçok olası hazzı alan düşmanımız olduğunun farkına vararak bundan geçici de olsa kurtulmanın ve saçmalamanın ne kadar zevk verici olduğunu” keşfetmeliyiz.
Umarım bu yazıyı okurken maneviyatınızı ferahlatan ve farkındalık kazandıran, faydalı bir boş zaman geçirmişsinizdir.
Mustafa Çeğindir