Marx, aşk da bir gün meta olacak demişti. Bu bağlamdan bakıldığında haber de kapitalist ilişkilerin yürüdüğü bir toplumda metadır, yani pazarlanabilir, alınıp satılabilir ve hatta haber öyle bir şekle sokulabilir ki kitleler bu haber yoluyla kolaylıkla manipüle edilebilir.
Cem KERTİŞ yazdı.
Bu makalede siyaset ve medya ilişkisi üzerine Türkiye’de uzun yıllardır gündemde olan ancak son günlerde yeniden gündemin tepesine yerleşen medya ve siyaset ilişkisini eleştirel ve etik bağlamda değerlendireceğim. Örnek olarak da gazeteci Veysi Ateş ve Hadi Özışık ile ilgili idealar üzerinden değerlendirme yapacağım.
Öncelikle eleştirel yaklaşım nedir, sorusunun yanıtını vermeye çalışacağım. Eleştirel yaklaşım dört başlık altında toplanır. Bunlardan ilki Marxist yaklaşımdır. Ünlü düşünür Karl Marx’a göre kapitalist toplumlarda üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf olan burjuvazi[1] medyaya da büyük oranda hâkim ve sahiptir. Medya nedir? “Bilinen tanımıyla medya, kamuoyuna bilgi ve haber aktarmakla, onu “bilgilendirmek” ve “haberdar etmekle” yükümlüdür” (2).
Peki, medyaya hakim olan bir sınıf varsa medya kendisine sahip olan sınıfa mı hizmet edecektir yoksa kamuoyuna mı hizmet edecektir?
Marx, aşk da bir gün meta olacak demişti. Bu bağlamdan bakıldığında haber de kapitalist ilişkilerin yürüdüğü bir toplumda metadır, yani pazarlanabilir, alınıp satılabilir ve hatta haber öyle bir şekle sokulabilir ki kitleler bu haber yoluyla kolaylıkla manipüle edilebilir. Böyle bir toplumda gazeteciler hangi sınıfın insanıdır? İşçidir, evet bir gazeteci maaşıyla geçinen ve mesai saatleri olan bir işçidir ama hizmet ettiği sınıf çoğunlukla burjuvazidir, çünkü maaşını burjuvaziden alır. Halka hizmet etmesi gerekirken çoğunlukla patronuna hizmet eder. Hizmet ettiği sınıfın ya da ideolojinin istediği haberi doğru habermişçesine halka satar.
Bir başka söyleyişle yaptığı muhabirlik değil, muhbirliktir.
Eleştirel yaklaşımlardan bir diğeri olan ekonomik politik kuram da konuya Marxist yaklaşımdan çok da uzakta bakmaz. Bu kuramın önde gelen iki düşünürü Chomsky ve Herman’a göre kamu ve özel mülkiyet medyası her iktidara hizmet eder. Nasıl savaşlarda propaganda yöntemi savaşın bir parçasıysa medya hakim sınıflarca bir propaganda aracı olarak kullanılır. Eleştirel Ekonomi-Politik Yaklaşım ise eleştirel yaklaşımlar içerisinde ayrı ayrı gelişmiş iki ayrı yaklaşım olan ekonomi-politik yaklaşım ve kültürel çalışmalar arasındaki yakınsama çabası olarak değerlendirilebilir (3). Bir diğer eleştirel yaklaşım ise “Kültüler Çalışmalar”dır. Wikipedia’ya göre bu çalışmalar kültür analiziyle bağlantılıdır ve kültürel çalışmalar alanındaki araştırmacılar genellikle kültürel uygulamaların daha geniş kapsamlı bir sistem olan güçle nasıl ilişkili olduğunu araştırır. Bu bağlamdan bakıldığında medya da bir güçtür.
İnsan Davranışını Ne Belirler?
Kapitalist yaşam biçiminin biçimlendirdiği insanların etik tavrı deontolojik bir etik olamaz çünkü deontolojik etik anlayışında insanın tavrını sonuçlar, çıkarlar, getiriler belirlemez. Kapitalist ekonomik yaşam üst yapıyı da belirler. Ekonomik ilişkiler kara, artı değere dayalı olduğu için insani ilişkiler de aynı doğrultuda çıkara ve menfaate dayanır. Pragmatik etik anlayış hayatın her alanında olduğu gibi gazetecilik mesleği için de geçerlidir.
Çeşitli dernekler, cemiyetler tarafından basın meslek ilkeleri ortaya konsa da bu ilkelerin pratik hayatta pek de karşılığı yoktur.
Örneğin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) basın meslek ilkelerine göre gazeteci kamu otoriteleri ve işvereninden ziyade öncelikle halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Oysa pratik hayatta az sonra bahsedeceğim örnekte de görülebileceği gibi iş bu şekilde yürümez. Öte tarafta, etik açıdan değerlendirirsek bu bakış açısı deontolojiktir çünkü gazeteciliğin ne sebeple halka ve gerçeğe karşı sorumlu olduğu konusunda bir gerekçe söylemez. Deontolojiyi bir mesleği uygularken mutlak olarak uyulması gereken etik kuralları inceleyen bilim dalı olarak görürsek TGC’nin ilkelerini deontolojik bağlamda okuyabiliriz.
Her Şey Güç İçin!
Şimdi bu kuramsal açıklamalardan sonra konuyu güncel bir haber üzerinden değerlendirelim. Bir suç örgütü lideri 2 Mayıs 2021 tarihinde çektiği videolarla ve yayınladığı kayıtlarla çeşitli iddialarda bulundu. Bu tanınmış isimlerin bazıları da gazetecilerdi. Elbette bu makalenin amacı kimseyi yargılamak ya da suçlu bulmak değil ancak yayınlanan kayıtlar ve görüntüler bazı gazetecilerin siyasetle olan ilişkisini açık ve net bir biçimde ortaya koymaktadır. Gazeteci Ferhat Yaşar’ın Gazeteduvar’daki 28.06.2021 tarihli haberine göre,
“Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Peker’in videosuyla gündeme gelen gazeteci Hadi Özışık ile ilgili şikayetler nedeniyle 21 Mayıs’ta Özışık’ın oy birliğiyle üyelikten çıkarılmasına karar verdi. Aynı zamanda, siyaset ve mafya ilişkileri içinde yer aldığı yönündeki iddialar nedeniyle hakkında açılan disiplin soruşturmasına savunmasını göndermeyen sunucu Veyis Ateş’i de oy birliğiyle üyelikten çıkardı.”
Bir gazeteci elbette haber almak ve haberi kamuoyuyla paylaşmak için herkesle görüşebilir ama bu görüşme görüştüklerinin hizmetine girme anlamına gelmez. Medya önemli bir güçtür ve medya çalışanları bu gücü kendi çıkarları ve ilişkide oldukları siyaset, sınıf ya da güç merkezleri lehine kullanamaz.
Bana göre bir gazeteci kendi ulusu çıkarına da haber yapamaz.
Gazetecinin sorumluluğu bu dünyada yaşayan her canlıyı kapsar. Örneğin bir gazeteci, ulusun çıkarı diyerek nükleer santrali destekleyen siyasetçilerin lehine yanlı haber yapamaz çünkü, o, haberini yaşayan tüm canlıların sorumluluğunu düşünerek yapmalıdır. Gene aynı haberde gazeteci Ferhat Yaşar, medya ombudsmanı gazeteci Faruk Bildirici’yle bir söyleşi yapıyor. Konuyla ilgili “Bunu zaten temas-mesafe kuralı olarak tanımlıyoruz,” diyen Bildirici şöyle devam ediyor:
- “Çünkü gazetecilikte, gazetecilerin insanlarla ilişki kurabilmesi gerekir. Bu nedenle bir temas zorunluluğu var gazetecilikte. Ama bu temasın hiçbir zaman onlarla iç içe geçecek, özdeşleşecek, kendisini onun yerine koyacak biçimde olmaması gerekir. Bundan neyi kastediyorum, örneğin politikayı izleyen bir gazeteci, politikacılarla sürekli konuşur, onlara sorular sorar, izler. Bazen yaşamın veya günün büyük bir bölümünü onlarla geçirir. Bu önüne çıkan haber konularını onlar gibi bakması anlamına asla gelmemelidir. Bütün alanlarda aynı şeyler geçerlidir. Gazetecilik bir insan mesleğidir. Bu insan mesleğinde insanlarla sürekli muhatap olursunuz. Sürekli onlarla konuşursunuz, onları izlersiniz, onların görünmeyen taraflarını siz görürsünüz ama bunları yaparken, onların yerine geçmemeleri gerekir. Sizin sürekli bir gazeteci olarak onlardan uzak durup, onları izleyen, dışardan bakan olmanız gerekir. Eğer haber kaynağı ile çok iç içe geçerseniz artık izleyen ve aktaran olmaktan çıkıp olayın aktörleri haline gelirsiniz. Bu da gazeteci için olabilecek en kötü pozisyonlardan biri çünkü asıl gazetecilik işlevini yerine getiremez hale gelirsin. Türkiye’de son dönemlerde yaygınlaşan bu davet gazeteciliği, gazeteciliğe çok büyük zarar veriyor. Ve gazeteciliği körleştiriyor. Bedava geziye giden bir gazeteci kendisine sunulanı aktarır. Son günlerde kara para aklamakla suçlanan bir iş insanının otelinde tatil yapmak falan bunlar zaten gazetecilerin asla aklından bile geçirmemesi gereken işler. Yapmışlarsa bu gazetecilerin gazeteciliğini sorgulamak biz gazetecilere düşer.”
Bildirici şöyle devam ediyor:
- “Türkiye’de gazetecilik ciddi yapısal sorunlar içerisinde. Birincisi, özellikle 1990’lardan itibaren Türkiye’de medyanın sahiplik yapısı ciddi bir dönüşüme uğradı. Holdingleşme baskın hale geldi. Patronlar için bakıldığında, kamu yararı değil de patronların kendi çıkarları her şeyden önde gelir. Ve editoryal bağımsızlık olmadığı için de patron çıkarları medya kuruluşlarında gerçeğin önüne geçti. Gazetecilerin mesleki örgütlenmeleri tamamen yok edildi. Gazeteciler patronlar karşısında güçsüz hale getirildi. 1980 askeri darbesi, Türkiye’de kuşaklar arasında deneyim aktarımını engelledi. Daha beteri 90’ların sonunda siyaset mühendisliğine soyunuldu. İktidar kontrolü altına alınmış bir medya, kamu çıkarını yerine siyasi iktidarın çıkarını gözetir hale geldi. Mesleğin temel işlevini yerine getiremeyen gazeteciliğin yan yollara sapması, gazetecilerin kişisel çıkarları öne çıkarması, onların peşine düşmesini maalesef doğal bir sonuç oldu.”
Bu satırlar bize açıkça şunu gösteriyor: En azından yapılacak yasal düzenlemelerle Türk basınında tekelleşme ve oligopolleşmenin[2] önüne geçilmelidir. Büyük sermaye gruplarının medya sektöründe iş yapması kesinlikle yasaklanmalıdır.
Yine yapılacak düzenlemelerle gazetecilere çeşitli yollarla müdahale eden siyasetçilere ağır cezalar verilmelidir. Elbette siyasetçilerle ya da sermayedarlarla iş tutan gazeteciler de meslekten menedilmelidir.
Bir -meli, -malı ahlakı sunduğumun farkındayım çünkü deontolojik etik gerekçeleri, bahaneleri silen bir ahlak anlayışıdır. Örneğin bir gazeteci kendi ideolojik anlayışının iktidara geldiğinde halkın daha mutlu olacağını bahane edip gazetecilik meslek ilkelerine aykırı davrandığında deontolojik etiğin duvarına çarpar. Deontolojik etiğin tutucu ve mutlakçı bir anlayışının olduğunun farkındayım, öte tarafta bir toplumun ahlakını belirleyen şeyin birilerinin açıkladığı ilkelerden ziyade o toplumun ekonomik faaliyetleri olduğunu da düşünüyorum.
Sonuç: Kapitalist İdeolojinin Yıkımı
Bütün bu söylenenler ne ifade ediyor? Kapitalist ideoloji yerle yeksan edilmedikçe ne dünya temiz kalabilir ne insanlar ne meslekler… Elbette insanlığın kuracağı yeni düzenin insancıl ve dünyacıl olması şartıyla. Gücü elinde bulunduranlar çok önemli bir güç olan medyayı da ele geçirdiklerinde kapitalizmin aslında sadece kendini korumak ve aklamak için öne sürdüğü güçler ayrılığı ilkesi, demokrasi gibi kavramlar lafügüzaf olur. İnsanın insanı sömürdüğü hiçbir sistemin emniyet supabı doğru çalışmaz. Tüm mekanizma esasen sistemin sahiplerini korur. “Gazeteci” dediğin de nihayetinde insandır. Kapitalist sistemin bilinci ister istemez onun da bilincini şekillendirmektedir. O da vahşi kapitalist sistemde vahşilerden biri olacaktır, etik ilkeleri her daim çıkarları için kullanacaktır. Öte tarafta hiçbir şey olduğu haliyle kalmaz; toplumu dönüştürecek olan acılardır. İnsanın insanı sömürdüğü, insanın tüm insani duygularına yabancılaştığı bu sistem de elbet bir gün tarihin tozlu raflarına kalkacaktır.
Cem KERTİŞ
https://www.instagram.com/cemkertis/
Kaynakça