Jordan Peterson ve Slavoj Zizek, cuma günü Toronto’da gerçekleştirilen münazarada neleri tartıştı ve sonuç ne oldu?
İki düşünür Toronto’da mutluluk, kapitalizm ve Marksizm kavramlarını tartıştılar. Bazı kesimlerce toplantı “titanların buluşması” olarak nitelendirilse de hiç de öyle olmadı. Gerçekte bu buluşmanın karşılıklı bir söyleşi olduğu son derece netti. Bazılarına göre ise devlerin tartışması adeta ağır sıklet boks şampiyonası havasında geçti.
Yapılan açılış konuşmasında, ikilinin gerçekleştirdiği tartışmaya katılım bilet ücretinin, şehrin diğer ucunda gerçekleştirilmekte olan Kanada Buz Hokeyi Play-off’unda oynayan Maffle Leaf takımının maç bilet ücretlerinden daha pahalı olduğunu belirtince insanlar buna inanamadı!
Peterson gerçek hayattaki doğruları, politik doğrulara kurban etmeyi reddetmesi üzerine şöhret kazanmıştır. Zizek ise postmodern teori konusunu önemsemesi ve politik doğruluk kavramını akademik boyutlarıyla tanımlamasından dolayı ünlü olmuştur.
Jordan Peterson, Kanadalı Psikoloji Profesörü ve yazar. Fotoğraf: Mikko Stig/REX/Shutterstock
Peterson’un yapmış olduğu açılış konuşmasında kullanmış olduğu bazı cümlelerdeki muğlak ifadeler, seyirciler arasında bulunan hayranları arasında bile hayal kırıklığına neden oldu. Çünkü onların, Peterson’un okumuş olduğu komünist Manifesto hakkında en küçük bir bilgileri yoktu! Özellikle de “Şeytana tazminatını ödemelisiniz” cümlesi seyirciler tarafından çok garip karşılandı ve neredeyse kendisinin tüm fikirlerinin yanlış olduğu hissini uyandırdı.
Peterson konuşmasında, “Profesörüm ve bu sebepten derse hazırlanmayan bir hoca ve ders hazırlanmayan bir sınıfla yeni bir güne başlamanın ne kadar zor bir an olduğunu iyi bilirim” dedi. Peterson, Paleolitik dönem ile küçük işletme yönetimi arasında gidip gelen, birincisi hakkında ne kadar az bilgi sahibi ise ikinci konu hakkında da o kadar az bilgi sahibi olan bir kişiymiş gibi bir izlenim bıraktı. Bu yüzden onu izleyen seyircilerin kendisinden nefret edebilecek kadar onu ciddiye almalarına gerçekten çok şaşırdım.
Peterson konuşmasına şöyle devam etti: “Marks, proletaryanın iyi olduğunu söylerken burjuvazinin de kötü olduğunu söylerdi. Çünkü bir noktada, beşerî hiyerarşilerin iktidar tarafından belirlenemediğini, aslında sistemin aşırı dengesiz olmasından ötürü birçok kişinin acı çektiğini iddia etti.” Peterson, bu cümleleri sarf ederken yarım saatinin sonunda bir kez mutluluk kelimesinden bahsetmediği halde, “Gülen insanlar da böyle yapabilir” dedi.
Slavoj Žižek, psikanalitik filozof, kültürel eleştirmen, Hegelci Marksist. Fotoğraf: Antonio Olmos/The Observer
Zizek ise konuşmasında, meseleyi enine boyuna ele almak yerine düşmanlarını zevkle eleştirmeyi tercih etti. Kendisine yönelik eleştirilerin ve saldırıların daha çok sol görüşlü liberallerden geldiğini söyledi. Zizek, düşmanları hala hayatta olsalar da ümidinin, mezarlarında dönmeleri olduğunu söyledi. Zizek konuşmasında Trump’tan Sanders’e, Dostoyevski’den mülteci krizine ve Nazi eserlerine göz kulak olmaya kadar birçok ilginç konuya değindi.
Münazaraya Peterson dersine ne kadar kötü hazırlanmış bir profesyonel izlenimi verdiyse Zizek o derece iyi hazırlanmıştı; 1000 kelime yazan bir köşe yazarı imajı verdi. Zizek konuşmasını “Saf yenilgiyi maskeleyen iktidarsızlık dünyası” olarak tanımladığı politik eleştirisi ile bitirdi.
Bu tartışmanın en büyük sürprizlerinden biri, Eski Okul olarak da bilinen Marksizm ve Refusenik’in, Kanada kimlik politikalarında ne kadar yaygın olarak kullanıldığının ortaya çıkması oldu.
Birisi komünizmden nefret ediyordu. Diğeri de komünizmden nefret ediyordu fakat kapitalizmin de içsel çelişkilere sahip olduğunu düşünüyordu. İlki, kapitalizmin içsel çelişkilere sahip olduğu konusunda hemfikirdi. Ve bu temelde gerçekten öyleydi. İkisi de aynı şeyi istiyordu: Her aklı başında kişinin istediği şey olan düzenlenmiş kapitalizm.
İki farklı fikri savunan Peterson ve Zizek, münazara boyunca birbirlerine saldırmayı tercih ettiler çünkü yanlarında seyircilere sunabilecekleri çok az şey vardı. Aslında Peterson ne bir ırkçı ne de yanlış fikirleri savunan bir kimseydi. Peterson bir muhafazakardı ve oldukça yumuşak huylu bir insandı. Fakat her nasıl olduysa bazı çeteler onu bir puta dönüştürmeyi başardılar ve çok eski bir şeyin kötü bir örneğiymiş gibi gösterdiler (…)
Zizek konuşmasında “Muhtemelen kıyamete doğru yol alıyoruz” çünkü “karşımıza çıkan sorunları çözebileceğimiz henüz belli değil” derken Peterson da onunla hemfikir olduğunu ifade etti. Her ikisi de dünyanın geleceği konusunda “radikal kötümserler” olmalarıyla biliniyorlar. Bu fikirleri şu anda tüm kamuoyunun ortaya koyduğu öfkeyi de merak etmemi sağladı: Acaba biz insanlar birbirimize neden bağırıyoruz, neden çözüm noktasında güçlerimizi birleştirmiyoruz? Çoğu kez birbirimizle aynı fikirde olmuyoruz ya da hemfikir olduğumuz durumlarda da sorunlar için çözüm hayal edemediğimiz için olabilir mi?
Bu adamların ikisi de açıkça gerileme dönemi yaşadıklarının kendileri de farkındalar. Çünkü ikisinin de yüz yüze olduğumuz gerçek sorunlara verebilecekleri bir cevapları yok: Çin’in demokrasisiz ama başarılı bir kapitalist devlet olarak yükselişi. Çin’in başarısı, tartışmanın bütün önermelerini adeta troller çünkü Çin içeride halkına karşı sosyalist, dış dünya ile ticaret yaparken kapitalisttir. Komünizm ve kapitalizm arasındaki eski moda ayrım bugün farklı bir mecraya taşınmıştır. Bazen ideolojiler ve ideolojileri savunan yöneticiler gerçekle ya da gelecekle yüzleşemezler. Bu nedenle sadece geri çekilirler.
Peterson, gördüğü kadarıyla “karakter bütünlüğünü” ve Yahudi-Hristiyan değerlerini geri çeker. Ne yazık ki iki düşünürün de ortak başarısızlıklarının bir sonucu olarak bu kısa yüzleşme anı uzun sürmedi. Doğal konularına geri döndüler: Peki, bir düşman bulunabildi mi ve eğer bulunduysa düşman kim? Zizek, Foucault gibi postmodern düşünürler hiçbir zaman Marksist olmadılar. Peterson’un kültürel Marksistlerin ne kastettiklerini sordu. En azından Peterson bu konuda uzmandı. 1960’larda grup baskısı için, sınıf baskısı kategorileri yapan Fransız eleştirel teorisyenlerin küçük bir tarihiydi, diye cevapladı.
Stephen Marche
Çeviren Halil İbrahim İşbilici
Kaynak: www.theguardian.com/world/2019/