Transpersonal psikoloji ile tasavvuf arasındaki en önemli işlevsel benzerlik, tasavvuftaki mürşid- mürid ilişkisine karşılık psikolojideki terapist-hasta ilişkisidir. Peki, transpersonal psikolojinin deizmin yaygınlaşmasıyla bir ilgisi var mı?
Transpersonal psikoloji, ben ve ötesi anlamına gelen, benlik ve ötesindeki beşeri deneyimleri araştıran bir disiplin.
Transpersonal psikoloji teriminin kökeninde Zen Budizm bulunmaktadır. Zen Budizm, Hintliler’in soyut düşünce biçimi ile Çinliler’in somut gerçekliğe dönük zihin yapısının bir karışımı olan aydınlanma yolu demektir, kısaca Satori.
Satori’nin Batı kültüründe yaygınlaşması, insanın makineleştiği, kendisine ve doğaya yabancılaştığı bir bunalımı anına denk gelir. Batıyı bu noktaya getiren başlangıç ise Descartes’ın beden ile ruh, akıl ile duygu arasına aşılmaz bir uçurum koymasıdır. Kartezyen ayrım denilen bu çizgi ile duygusal deneyimin aklın sınırları dışında kalan bir metafizik olarak görülmeye başlanmıştır. Batılı kartezyen insan, maddi/bedeni/rasyonel alanda birçok başarı kazanmış, buna mukabil kendi iç dünyasının anlamını/duygularını kaybetmiştir.
Batının dini Hristiyanlık’ta tanrı, doğaüstü kurtarıcı baba olarak görülür. İnsancıl değerleri dışta bırakan, insanın kendi yolunu çizerek aydınlanmasına engel olan bu din anlayışı Batı insanının sorunlarına çözüm bulamaz görünmektedir (Uysal 2007).
Batılı yaşam tarzı; sanayi devrimiyle başlayan ve gittikçe yaygınlaşan çevre tahribatı, tüketim çılgınlığı, kişisel çıkarın gözetilmesi, doyumsuzluk, ikiyüzlülük ve gücün meşruiyet ölçütü haline gelmesi ve pragmatist yaşam tarzının egemenliğini pekiştirmesi yüzünden insanlarda psikolojik bozukluklara ve toplumsal yozlaşmaya (cohesion) yol açmakla suçlanmıştır. Psikoloji, tam da böyle bir ortamda bütüncül bilgelik arayışı olan felsefeden kopmuş, amprik bir bilim dalı olarak tesis edilmeye başlanmıştır.
Kilisenin dünyevi iktidarı ve tahakkümüne son vermek için yapılan reformlar, genel olarak insanın dinden kopmasını ve din-dışı (seküler, laik, ledünni) bir yaşam tarzının giderek daha çok benimsemesini netice vermiştir.
Transpersonal psikoloji bu yönelimi, insanın kendine yabancılaşmasına yol açmakla suçlar. Örneğin başta Jung olmak üzere Maslow, Fromm ve Barrett gibi psikanalistler, mutluluk arayışındaki Batılı insanı, Doğu mistisizmine yönlendirmenin bir çare olabileceğini öne sürerler (Uysal 2007).
Son yüzyılda ortaya çıkan, küreselleşme ile dünya geneline yayılan, 4. Dalga Psikoloji ya da Yeni Amerikan Psikolojisi gibi kavramlarla nitelendirilen transpersonal psikoloji; modern hayat tarzı yüzünden insanın yaşadığı ruhsal bunalımları ve karmaşık hale gelen ilişki ve davranışlardaki sorunları çözümlemeyi amaçlar.
Transpersonel psikolojinin hareket noktası, insan yaşamının aşkınsal (transendantal) bir boyut içerdiği inancıdır. Bu aşkınsal boyut, insan maneviyatı, tinselliği veya ruhsallığını doğurur ve besler. İnsan yaşamının anlamını kuran da bu tinselliktir, maneviyattır.
Transpersonal psikologlar, kartezyen paradigmanın aralarını ayırdığı beden ile ruhu, madde ile manayı, akıl ile duyguyu birleştirmeye Batı bilimi ile Doğu mistisizmi arasında bir sentez yaparak birleştirmeye çalışırlar. Batı tarzı deneysel psikoloji, Budizm ve Hinduizm hatta Şamanizm gibi Doğu tarzı mistik terminolojiyle iş yapmaya çalışır. Dünya dinlerinin mistik unsurlarını içeren dördüncü dalga psikoloji akımı, insan ruhunun derinliklerine nüfuz ettiğine inanılan Tanrı ile tinsel bir bağ kurma arayışındaki tasavvuftan da yararlanır. Türkiye’de transpersonal psikoloji üzerinde bilimsel çalışmalar azdır fakat tasavvufla ilgili çok sayıda eser popüler haldedir. Tasavvuf akımı, Türkiye’deki transpersonal psikoloji etkisi olarak değerlendirilmelidir.
Dünyada, transpersonal psikolojisi izleri taşıyan yüz binlerce kitap neredeyse her dile çevrilmektedir. Türkiye’de zengin çeviri ve telif eserler, transpersonal psikolojinin konu ve kavramlarına fazlaca aşına olduğumuzun hatta tasavvufu içselleştirdiğimizin kanıtıdır.
“Transpersonel psikoloji, emprik bilimsel çalışmayla, güvenilir buluşları uygulamayla, varoluşla; birey ve tür çeşitleri, metabolizma ihtiyaçları, en büyük değerler, birlik bilinci, uç deneyimler, B-değerleri, kendinden geçme, mistik deneyim, korku ve merak barındıran saygı, varoluş, kendini gerçekleştirme, öz, aşırı mutluluk, kaygı, en üst anlam, ben ötesi, ruh, birlik, kozmik bilinç, bireysel ve türsel sinerji, insanüstü fenomen gibi kavramlar, deneyimler ve hareketlerle ilgilenir” (Uysal 2007).
Deizmin Yaygınlaşmasıyla İlgisi Var mı?
Hakim bir trend ve popüler bir moda haline gelmiş olan bu akım, tanrısız din inancının yani deizmin yaygınlaşmasını kolaylaştırmaktadır. Deizm, tıpkı Budizm veya Hinduizm’de olduğu gibi, tanrının varlığını kabul eder fakat emir ve direktifleriyle bir bütün olarak dini reddeder. Yol gösterici dini terminolojinin yokluğunda mistik erdemler, meditasyon ve bilinçlilik gibi Budist unsurlarla işler. Burada insan, Tanrının bir parçasıdır, tanrısal bir parçadır.
Transpersonal psikoloji yaklaşımı; insan ile tanrı, evren ile tanrı arasındaki özsel farklılıkları ortadan kaldıran ve böylece evren=tanrı düşüncesine ulaşan vahdet-i vücut görüşüne yaklaşır.
Tek tanrılı dinlerin insan-tanrı ilişkisi, tıpkı Descartes’ın beden ile ruh arasına konumlandırdığı tözsel ayrım gibi, tümüyle ayrıdır. Teizmin dini tefekkürü, düşünce üreten bir okuma biçimidir; insan ve evrene bakarak evrenin sebebini düşünmektir; yaratılmışlara bakarak yaratıcıyı düşünmektir. Tefekkür, oturduğumuz yerden fikir üretme faaliyeti ve kendi fikirlerimize körü körüne bağlanma faaliyeti demek değildir. Tanrı, doğru tefekkür (akıl yürütme) için ölçütler koymuştur. Bu yüzden tefekkür, hiçbir zaman başı sonu belli olmayan, o anki ruh halimize göre şekillenen bir işlem değildir.
Tasavvuftaki “insan tefekkür ede ede Allah’ı bulması” eylemi, hem Doğu mistisizmindeki insan kendi bütünlüğüne ulaşma çabası ile hem de Maslow’un ön ayak olduğu “kendini aşmayı ve nefsten kurtuluşu” ile paralellik gösterir. Sözgelimi Maslow’un doruk deneyim kavramı, tasavvuftaki vecd ve sekr terimlerine ve tasavvufun mertebelerine tekabül eder:
Maslow, “Doruk deneyimler, varoluşun değerleridir ve herkes doruk deneyime ulaşabilse de onu fark edemez. Kimileri böyle mistik deneyimleri bir kenara atar” diye yazar.
Transpersonel psikolojideki doruk deneyimler ile kastedilen, aslında güncel hayat da insanın içinde bulunduğu bilinç durumunun ötesine çıkartan aşkınlıklardır. Maslow, “Dinler, Değerler, Doruk Deneyimler” adlı kitabında bunların bir listesini vermektedir.
“Hakikat (dürüstlük, gerçeklik), iyilik, güzellik, bütünlük (birleşim, bütünleşim), ikilemi aşma, canlılık, teklik, mükemmellik, adalet düzeni, sadelik, zenginlik, kolaylık, neşe ve kendine yeterlik…”
Tasavvuf ile Transpersonal Psikoloji Arasındaki Benzerlikler
En önemli işlevsel benzerlik tasavvuftaki mürşid- mürid ilişkisine karşılık psikolojideki terapist- hasta ilişkisidir. Hastanın terapistine güven duyması yani terapistle kurulan bağ önemlidir. Kişi, yaşamıyla ilgili tüm sıkıntıları, en mahrem anları vs. terapiste açar, ondan çözüm yolları göstermesini umar. Ona göre hayatına yön çizmeye çalışır. Kişi değişmeye ne kadar istekliyse terapistini o kadar dikkatle dinler, çözüm önerilerini hayatında uygular ve sıkıntılarından kurtulmaya çalışır.
Kısacası bilmeden veya fark etmeden Ben Ötesi Yaklaşımın inanç ve teknikleri ile bilgisayar oyunların ve sinema filmlerinde sıkça karşılaşıyoruz. Bir müddet sonra da onu benimsemiş oluyoruz. Küresel ölçekte toplumsal rızanın üretiminden sorumlu olan başlıca kurum ise Amerikan Psikologlar Derneğidir (APA). Burası dünyadaki psikoloji trendlerini yönlendiren başlıca kurumdur. APA, toplum mühendisleri ve medyanın çeşitli organları vasıtasıyla insanların psikolojisini bir psikoloji yaklaşımına yönlendirirler, onu popüler hale getirirler.
Mürüvvet Çalışkan
Kaynaklar
Uysal, Saliha (2007). Transpersonal Psikoloji ve Din/ Yükseklisans tezi / İstanbul.