Van Gogh, hayatı boyunca anlaşılamamaktan duyduğu derin acıyı yaptığı resimlere aktarmıştır. “Sözcüklere gerek kalmadan beni anlayacaklarını sanmıştım” sözü, resimlerini kendisini anlatmak için yaptığını ifade eder. Ama ne yazık ki kimse hayattayken onun yaşadığı acıyı anlamadı. Çektiği görünmezlik acısı ancak onun ölümüyle görünür hale geldi.
Van Gogh’u anlamak için yaşadığı döneme bakmak gerekir. Ne de olsa herkes yaşadığı devirden etkilenir ve ona uyum sağlamaya çalışır. Van Gogh’u etkileyen 3 (üç) gelişmeden bahsedebiliriz.
Birincisi: Van Gogh, din adamlığı dönemlerinden resim yapmaya başladığı dönemlere (28 yaşına kadar) kadar düşüncelerini şekillendiren birkaç önemli gelişmeye tanıklık etmişti. Friedrich Nietzsche’nin (1844-1900) “Tanrı öldü” ilanı, Martin Buber’in (1878-1965) kişiye özel tanrı anlayışı sunması, Paul Tillich (1886-1965) Nietzsche’nin tanrının ölmesi fikrine katılarak “Tanrının Tanrısı” kitabını yazması, Van Gogh’un dünyasını derinden etkilemişti. Din adamlığını bıraktığında, sanatının dinle örtüşmediği tartışmalarına son vermek için eserlerinde sıklıkla kullandığı Güneş sembolünün “inanç”ı teşmil ettiğini açıklamıştır (1). Eserlerindeki buğday tarlalarındaki biçicinin ise “mahşer”i temsil ettiğini, Güneş’in de güven veren hissiyatından aslında ölümün kötü olmadığını, varoluş ve yok oluşun düalist yapısından bahsettiğini ifade etmiştir. Söylediği şu sözler de bunu açıklar:
“Fakat bu ölümde üzülecek bir şey yok. Ölüm, saf altından bir ışıkla her şeyin güneşte eridiği gün ışığına doğru açılan bir yola gider”(2).
İkincisi: Van Gogh’un resimlerinde doğaya yönelmesi, tanrıyı doğada bulduğunu veya inancını resimlerde yansıttığını gösterir. Sanayi devrimiyle birlikte doğanın popülerleşmesi, insanların köy hayatı ve doğa yürüyüşleri gibi kavramlarının popülerleşmesi Van Gogh’un sanat hayatını etkilemiştir.
Üçüncüsü: Sanatsal açıdan incelendiğinde modern sanatın yaygınlaşması ve izlenimcilik akımı doğrultusunda resimlerin yapılmaya başlanması Van Gogh’un da hayatını ve çalışmamalarını etkileyen bir diğer önemli olaydır (3).
Van Gogh’un sanatı, her ne kadar modern resim anlayışı etrafında şekillense de modern resme büyük katkıları olduğunu söylemek gerekir. Onun geliştirdiği olayları özümseyip, öznel bilinçle yoğurup resmetme tekniği, resimde mistik yöne ağırlık verilmesini sağlamıştır. Van Gogh gerçekliği, önce kendi zihninde biçimlendirip fizik-ötesi bir kavrayış katrak dışa-vuran eserlere imza atmıştı. Burada yaptığı şey, ontolojik gerçekliği duyularla aramak (izlenimcilik) değildir. O aslında duyumsadığı gerçekliği zihninde soyutlayarak ve şekil vererek yeni bir biçim kazandırıp bize aktarır (4).
Van Gogh’un resimlerinde aslında onu görürüz; onun anlayış biçimini, çevresini nasıl gördüğünü, nesnelerden ne anlam çıkardığını derin düşünerek anlarız. Van Gogh bu doğrultuda post-empresyonizme yani izlenimcilik-sonrası akımının öncülüğünü yapmıştır. İzlenimciliğin gerçekçiliği yansıtan renklerin aksine, izlenimcilik-sonrası, zihinsel süreçlerden geçip tamamen öznel yeni bir gerçeklik resminin ortaya çıkışı ve renklerle harmanlanışı, nesnelerin ve doğanın yeniden biçimlenip tuvallere yansıması söz konusudur. Bakmakla görmenin aynı şeyler olmadığı görüşü bu akımda hayat bulmuştur, denilebilir.
Van Gogh doğaya farklı bir gözle bakmıştır, özellikle yıldızlı gece tablolarını yaparken kız kardeşine gönderdiği mektuplarda “Sık sık gecenin gündüzden çok daha renkli olduğunu düşünüyorum” diye yazar. Yıldızlı Gece tablosunun bir diğer ilginç tarafı da 2004 yılında Hubble Uzay Teleskobu ile yapılan gözlemde yıldızların dönen gaz ve toz bulutları tarafından çevrelendiğinin keşfedilmesidir. Bulutların hareketi tıpkı Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunda tasvir ettiği bulut hareketlerine benzemekteydi. Van Gogh zaten daha önce 1889 yılında, bilimin en zor konularından biri olan “türbülans” kavramını açıklamıştı (5).
Yıldızlı gecenin bir diğer ilham verdiği konu da müzik sektörüydü. Mclean, Yıldızlı Gece tablosundan ilham alarak Vincent (Starry Starry Night) şarkısını yazmıştı (Dinlemek için tıklayın.)
Onu Anlayabilmek için meşhur Yıldızlı Gece tablosu düşünülerek biraz olsun empati kurulabilir. Bunun için ilk olarak söylediği şu sözde etrafına ne kadar farklı bir bakış açısıyla baktığını anlamak gerekir: “Yine de insan yukarıdaki yıldızları ve sonsuzluğu kesinlikle duyabilmeli. O zaman hayat her şeye karşın büyü gibidir.” Onu biraz olsun anlayabilmek için bakış açısı da yetmeyebileceğini şu sözleriyle açıklamıştı:
“Bu bakış̧ açısında tanımlanamaz bir şeyler var; tüm doğa konuşuyor ve kaynağa ulaştırıyor… Doğa ya da Tanrı; gözleri, kulakları ve anlamak için bir kalbi olan herkes içindir. Bunu herkesin neden herkesin görüp hissedemediğini anlamam mümkün değil” (6).
Van Gogh hakkında detaylı bilgilere kardeşi Theo ile günümüze gelen mektupları sayesinde ulaşabiliyoruz. Van Gogh’un yazdığı 820 ve ona gelen yaklaşık 83 mektubun olduğu bilinmektedir. Bu mektuplarda kardeşi Theo’ya kendi duygusal durumundan ve ürerinde çalıştığı eserlerden uzunca bahseder ve bazı mektuplarına yaptığı resimlerinin çizimlerini ve kendi oto-portrelerini ekler.
Vincent Wilhelm Van Gogh 30 Mart 1853’te Hollanda’nın Groot – Zundert şehrinde dünyaya geldi. Van Gogh’a doğumundan bir yıl önce ölen abisinin adı verilmişti. Bu isim aktarımı, Van Gogh üzerinde derin izler bırakmış ve eserlerini de etkilemiştir. Van Gogh’un annesi zengin bir ailenin kızı, babası ise bir rahibin oğluydu. Erkek kardeşi ve ileriki zamanlarda maddi manevi destekçisi olacağı Theo 1 Mayıs 1857’de doğdu. Theo dışında 3 kız kardeşi ve bir erkek kardeşi daha vardır.
1864 yılında yatılı okula gönderildi ama burada kendini kötü ve terk edilmiş hissettiğinden eve geri döndü. Daha sonra ailesi Van Gogh’u 1866 yılında ortaokula gönderdi fakat burada da kendini çok mutsuz hissediyordu. 1868 yılında beklenmedik şekilde eve yine geri döndü. Bu yıllarını ilerleyen zamanlarda Theo’ya “kasvetli, soğuk ve kısır” diye anlatacaktı.
1869 yılında 15 yaşındayken sanat simsarlığı firmasında işe başladı. İlerleyen zamanlarda okulunu bitirmiş ve işyerinin İngiltere şubesine yerleşmiş, böylece 20 yaşındayken babasından bile çok para kazanmaya başlamıştı. Bu yılları “mutlu dönem” diye yazmıştır. Ev sahibinin kızından hoşlanan Van Gogh açıldığında reddedilmiş ve içine kapanmıştı. 1875 yılında işyerinin başka bir şubesine gönderildi fakat bu yeni ofisteki sanat düşüncesiyle ters düştüğü için işten çıkarıldı.
1876 yılında Londra’da gönüllü öğretmenliğe başladı fakat bu işi de bırakarak rahip yardımcısı olmaya kara verir. 1879’da misyoner olarak görevlendirildi ve Belçika’da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage’a yerleşmiş̧, burada madencilere yardım etmiştir. Evsiz birine odasını verip kendisi saman üzerinde yatıp uyduğu bu davranışının mesleğin saygınlığını zedelediği için işine son verildi.
1880 yılında 28 yaşındayken resim yapmaya başlamıştır (7). Bu dönemden sonra hayatını ölümüne kadar 6 (altı) döneme ayırarak incelmek onu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır (8).
1. Dönem (1881-1883): İlk dönem resimlerinden oluşan 36 resim onun tüm hayatında kullanacağı konuları ele almaktadır: Çiftlik evleri, ekin tarlaları, köylüler, orman, tarlalar vd.
2. Nuenen / Anvers Dönemi (1883-86): Kendini geliştirmeye ve öğrenmeye yönelik çalışmalarının olduğu Nuene’de yaşadığı zaman dilimini kapsamaktadır. Burada özellikle üstünde durduğu ve sevdiği konu tarlada çalışan köylülerdir. Burada ilk ünlü resimlerinden biri olan “Patates Yiyenler” (9) adlı tablosunu yaptı. Bu dönemde 188 eser yapmıştı.
3. Paris Dönemi (1886-88): O sıralarda Paris’te yeni bir sanat akımı başlamıştı: İzlenimcilik. Kullandığı kasvetli ve yoğun kahverengi tonlarından ötürü Theo’nun “çok satılmaz” dediği modern sanat denemelerini ve izlenimciliği keşfettiği eserleri kapsar. Van Gogh da kardeşi Theo ile birlikte izlemcilik akımını keşfetmek ve resimlerinde uygulamak, akımın önde gelenleriyle tanışmak için Paris’e gitmişti. Birçok önemli kişiyle tanıştığı Paris, kariyeri için dönüm noktası oldu. Paul Gauguin burada tanıştığı önemli kirşlerden biriydi. Bu dönemde Van Gogh’un resimlerine yeni canlı renklerin kullanıldığı ve parlaklığın arttığı da gözle görünür değişimlerdendir. Natürmort yapmaya çiçeklerle başladı. Bu dönemde vazo içinde ve satın aldığı ucuz çiçek demetlerine kendi katkılarıyla ve renk kullanımıyla çok şey öğrendi. Sıklıkla kullandığı bazı çiçek türleri şunlardı: Karanfiller, kasımpatı, güller, fritiller, gelincikler, gladio, ayçiçekleri, leylaklar ve papatyalar. Bu dönemdeki popüler eserleri: Çiftçi Ayakkabıları, Japonaiserie: Oiran, Hasır Şapkalı Otoportre, Şövale Önünde Otoportre, Karanfilli Vazo, Kesilmiş Ayçiçeği, Gri Keçe Şapkalı Otoportre olmak üzere burada 224 çalışması bulunmaktadır.
4. Arles Dönemi (1888-89): Bu dönemde Van Gogh diğer iki dönemini kendi kafasında sentezlediği birçok kişinin de iyi bildiği (örneğin Natürmort: On Beş Ayçiçekli Vazo, La Crau’da Hasat, Place de Forum’daki Cafe Terrace, Arles, Gece, The, Rhone Üzerinde Yıldızlı Gece, Vincent’in Sarı Evi, Sargılı Kulaklı ve Borulu Otoportre gibi birçok eserini resmettiği bu dönemi, onun en yaratıcı ve kendini en iyi ifade ettiği dönem olarak kabul edilir. Ayçiçekleriyle özdeşleşen Van Gogh, 22 Ocak 1889’ Theo’ya yazdığı mektupta şöyle yazar:
“Biliyorsun, Şakayık Çiçeği Jeannine’nindir, Hatmi çiçeği Quost’a aittir, Ayçiçeği de galiba biraz benim” (10).
Yaşadığı ruhsal ve psikolojik sebeplerden dolayı sol kulağının bir kısmını bu dönemde kesmiştir. Burada yaptığı 187 eseri bulunmaktadır. Van Gogh’un ayçiçeği resimlerinin ve gelişim aşamalarını detaylıca anlattığı ve içsel bir üslupla duygularını dile getirdiği kardeşi Theo’ya yazdığı mektubun son kısımları çok dokunaklıdır:
“Öyle bir resim yapmak isterdim ki gözü olan herkes anlasın.”(11)
Van Gogh, Ayçiçeği tablolarını yaptığı sıralarda 21 Ağustos 1888’de Emile Bernard‘a yazdığı bir mektupta şu içsel ifadeyi kullanmıştı:
“Ah sevgili dostlarım, biz deliyiz, yine de gözlerimizle eğlenelim olur mu?”(12)
5. Aint-Rémy Dönemi (1889-90): Bu dönem Van Gogh’un en zorlu dönemlerinden biridir çünkü Arles’da kulağını kesmesi sonucu gönüllü olarak Saint-Rémy de Provence’daki akıl hastanesinde 1 yıl boyunca kalmıştır. Theo’nun ricaları ve bilinçli davranışları sebebiyle görevliler, onun etrafta dolaşıp resim yapmasına ve ayrı bir oda vererek sanatını icra etmesine izin vermişlerdi. Görevliler, Van Gogh’un ancak çalışırken kendi olabildiğini ve iyileştiğini fark edebilmişlerdi. Burada odasının parmaklı penceresinden yaratıcı manzara resimleri yapmıştır.
Vincent Van Gogh’un Saint-Rémy de Provence’daki akıl hastanesinde odasının manzarası. Kaynak: http://artandpoliticsnow.blogspot.com/2010/06/provence-then-and-now.html
Bu döneme dair en bilinen eserlerinden bazıları Selvili Buğday Tarlası, Yıldızlı Gece, Yatak Odası, İyi Samiriyeli, Üzüntülü Yaşlı Adam (Sonsuzluğun Eşiğinde), Aziz Paul Hastanesi Bahçesindeki Ağaçlar, Oto-portre, Aziz Paul Hastanesinin Arkasındaki Dağlık Manzara, Süsen ve diğer birçok popüler resmini burada yapmıştı.
Bu dönemde yaptığı en popüler tablosu “Yıldızlı Gece” günümüzde onu tanımayan birinin bile en az bir kere gördüğü bir tablodur. Ressam, Yıldızlı Gece tablosunda, kaldığı akıl hastanesinin üst katından gördüğü manzarayı resmetmişti. Çok ünlü bir tablosu olmasına rağmen bu tabloyla ilgili kardeşi Theo’ya çok detaylı açıklamalar yapmadığı fakat üzerinde çok uzun süre çalıştığı anlaşılıyor. Van Gogh, Yıldızlı Gece tablosundaki Selvi Ağacını diğer buğday hasatı resimlerinde ve manzara resimlerinde de sıkça kullanmıştı. Selvi Ağacı, Akdeniz kültüründe ölümün simgesi olarak görülmektedir. Zaten Van Gogh izlenimcilik akımının etkisiyle gerçeğin gerçekdışı ile harmanını en iyi şekilde tablolarında göstermiştir. O içsel gerçekliği dışa vurmuş ve soyut duyguların içselleştirilmesiyle böyle eserlere imza atmayı başarmıştır.
Van Gogh hakkında yanlış anlaşılan kısım onun deliliği yüzünden ve yaşadığı sıkıntılı süreçler, ruhsal, psikolojik bunalımlar sebebiyle böyle eserler otaya çıkarabildiği düşüncesi ama gerçek olan Van Gogh’un deliliğine, yaşadığı sıkıntılara rağmen böyle eşsiz eserler çıkarmayı başarmış olmasıdır. Asıl takdir edilmesi gereken budur. Van Gogh bu dönemde 142 resim yapmıştır.
6. Auvers-sur-Oise Dönemi (1890): Van Gogh, akıl hastanesinde 1 yıl geçirdikten sonra Paris’in kuzeyindeki küçük bir köy olan Auvers-sur-Oise’de yaşamaya başladı. Kardeşi Theo ile mektuplaşmaları sürdürdü. Burada çalışmalarını çok ileriye taşımıştı ve diğer dönemlerdeki edindiği tecrübelerden özellikle Paris yıllarında edindikleri bu dönemde onu zirveye taşımıştı. Onun yaptığı son eserlerden en ünlüleri: Daubigny’nin Bahçesi, Kargalar ile Buğday Tarlası, Çiçek Açan Akasya Dalları, Ağaç Kökleri ve Gövdeleri, Piyanoda Marguerite Gachet olmak üzere bu süre zarfında 77 resmi bulunmaktadır.
1890 yılında, 27 Temmuz’da kendini bir tabanca ile göğsünden vurmuştur. Van Gogh orada ölmedi hatta yürüyerek kaldığı eve gitti. Cerrah bulunamadığı için yarasına kimse müdahale edemedi. Paris’ten gelen Theo kardeşi Van Gogh’u mutlu bir şekilde görür fakat yarasının kötüleşmesi sonucu iki gün sonra 29 Temmuz 1890 günü öldü. Ölürken kardeşi Theo’nun kulağına, “Hüzün sonsuza kadar sürecek” diyerek yaşadığı içsel bunalım, kimsenin onu olduğu gibi kabul etmemesi, yalnızlık ve mutsuzluk duygularıyla etrafını çevreleyen ve onu nöbetlere ve çıkmazlara sokan hastalığı yaptığı oto-portlerinde de net bir şekilde görülmektedir. Hata çoğu portresindeki insanların karamsar ruh halleri ve mutsuzlukları adeta çerçevenin dışına taşmaktadır. Bu acının resmedilip hissettirilmesi Van Gogh’un da bildiği duygular olduğundan bizlere daha da içsel bir şekilde yansımaktadır. Bu arada Vincent’ten 6 ay sonra Theo da öldü. Mezarları yan yanadır.
Acıyı resmetmek kolaydır belki fakat bunu derin yaşama sevinci içeren renk ve boya kullanımıyla birleştirip dünyanın güzellikleri ve kendini içine çeken coşkusunu tuvalinde eşsiz renklerle birleştirip acıyı hissettirmek, işte bu hiç de kolay değildir. Van Gogh bunu başaran eşsiz bir sanatçıdır. Bunu yapabilmesinin derinlerine indiğimizde, ona yol gösteren inancını buluruz. Van Gogh, Protestan inancında yetiştirilmişti ve bu inanca göre çok çalışmak ve doğayı önemsemek, değer vermek ve onu takdir etmek bir ibadet gibi kabul edilmekteydi. Belki de bu bakış açısıyla yaptığı her resimde bu duyguyu en üst seviyede yaşamış ve hissettirmeyi başarmıştır.
37 yıllık hayatının sadece 10 yıl gibi kısa bir süresinde arkasında birçok eser bırakmıştır ve bu eserlerinin 860 kadarını son iki yılında yaptığı bilinmektedir. Toplamda 2100’e yakın eseri bulunmaktadır. Hayatı boyunca resimlerini satamayan ve beğenilmeyen Van Gogh hayatını kardeşi Theo’nun maddi ve manevi destekleriyle sürdürmeye çalışsa da maddi yetersizlikler ve çevresini saran mutsuzluk, acı ve psikolojik rahatsızlıklar onun hayatına son vermesine sebep olmuştur. Theo’ya yazdığı bir mektupta kendi hakkında şu sözleri yazmıştı:
“Çoğu kişinin gözünde neyim, kimim ben, bir hiç, ya da aksi suratlı, yadırganan bir adam, toplumda doğru dürüst bir yeri olmayan, hiçbir zaman da yer bulamayacak olan, kısacası zavallının da zavallısı biri. Pekala, diyelim ki bunlar doğru, yine de yapıtlarımla, böylesi yadırganan bir adamın, böylesi bir hiçin yüreğinde neler olduğunu dünyaya göstermek isterdim.”
Émile Bernard, Albert Aurier’e, Van Gogh öldükten sonra 31 Temmuz 1890’da yazdığı içten mektupta cenazesinden olanlardan ve onun hakkında düşüncelerinden bahsetmektedir (13). Mektupta da aslında Van Gogh’un sevenlerini ve gerçekten iyi bir insan oluşunu, içtenliğini anlayabiliriz.
Neslihan KÖŞGER
Kaynaklar
- Alparslan, G. U. (2018). Vincent Van Gogh ve Modern Resim Düşünsel Ve Biçimsel Açıdan İlişkisi. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 6(21), 207-216.
- http://artandpoliticsnow.blogspot.com/2010/06/provence-then-and-now.html
- http://www.vggallery.com/misc/archives/bernard_aurier.htm
- https://www.bilgeyiz.com/wp-content/uploads/2022/07/dogum-gununde-van-goghu-anlamak-aci-bir-omur-boyu-93630.jpg
- https://vangoghletters.org/vg/letters/let665/print.html
- https://vangoghletters.org/vg/letters/let665/print.html
- https://youtu.be/PMerSm2ToFY ve https://youtu.be/wk9L1N9bRRE
- V. Gogh, (2010), Theo’ya Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları.