Yakın tarihte yayınlanan bir Nielsen raporu, Amerikalıların günün neredeyse yarısını farklı ekranlara bakarak geçirdiklerini gösteriyor. Amerikalılar günün çoğunu akıllı telefonlara, televizyonlara ve bilgisayarlara bakarak etkileşim kurup zaman geçiriyor. Bilişim teknolojileri hayatımızı birçok yönden daha iyi bir hale getirirken diğer tarafta da bizi daha önce hiç olmadığı kadar ekran bağımlısı yapıyor.
Bu konuda kendisini konuk ettiğimiz Doç. Dr. Adam Alter, “Dayanılmaz: Bağımlılık Yapan Teknolojinin Yükselişi ve Bizi Bağımlı Tutma İşi” (Irresistible: The Rise of Addictive Technology and the Business of Keeping Us Hooked) adlı kitabı yazarak insanları bilinçlendirme hedefiyle ekranların karanlık tarafını göstermeye çalışmış, elektronik cihazlarımızın refahımızı ve mutluluğumuzu nasıl etkilediğini göstermiş.
Kaitlin Luna: Merhaba, Speaking of Psychology’ye hoş geldiniz. Ben sunucunuz Kaitlin Luna. New York Times’ın en çok satan yazarlarından ve psikologlarından Dr. Adam Alter şu an aramızda. Kendisi en son kitabında, ekranların karanlık taraflarını, akıllı cihazlarımızın refahımızı ve mutluluğumuzu nasıl etkilediğini yazdı. Dr. Alter New York Üniversitesi’nde pazarlama alanında doçent doktor olarak çalışıyor. Çalışma alanı sosyal psikolojide yargı ve karar verme hakkında. Hoş geldiniz sayın Dr. Alter.
Adam Alter: Teşekkürler.
Kaitlin Luna: Bugün burada olduğunuz için mutluyuz. 2007 ve 2017 yılları arasında bir TED konuşmanızı izledim. Uyumak, çalışmak, yemek yemek için zaman ayırmak konusunda bir seminer verdiniz. Sizce, on yılını ekran başında geçiren bir kişide ne gibi değişiklikler olur?
Adam Alter: İnsanlar diğer insanlar ile sosyal ilişkiye girmedikleri, hayat kalitelerini artıracak kişisel ve sosyal gelişim fırsatlarından uzak durdukları zaman televizyon seyretmeye ve tabletlerle vakit geçirmek için çok zamanları olduğunu zannederler. 2007’den önce televizyon bağımlısı olan nesillerin çocukları da 2007’de iPhone’un akıllı telefonunu piyasalara sürülmesiyle akıllı cihaz bağımlısı olmaya başlamıştır.
Ancak, 2007’de iPhone’un ve 2010’da iPad’in piyasaya sürülmesiyle, diğer türde daha taşınabilir ekranların benimsenmesinde büyük bir artış oldu ve sonuç olarak, bugün kendimize ve sevdiklerimize ayırabileceğimiz yalnızca çok küçük bir zaman dilimi kaldı. Ekranların bizden çalamayacağı bir yarım saatimiz olduğunu düşünüyorum. Bu yarım saati kendimiz ve sevdiklerimizi için en etkin şekilde kullanarak insani değerlerimizi yaşatabilirsek insan olduğumuzu hala unutmamış olacağız.
Bu yarım saati; sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla, egzersizlerle, hobilerlerimizle değerlendirebiliriz. Beni diğer insanlardan farklı kılan şey sevdiklerimle yüz yüze zaman geçirmeye çalışmamdır. Ve bu yüzden, günümüzde yarım saatin nasıl geçirileceğiyle ilgili sorulacak çok şey vardır. Tabii ki her birimizin de bu soruya verebileceği çok farklı cevaplar olabilir. Sakın bu yarım saati küçümsemeyin çünkü bu yarım saati küçümser ve gerektiği yerde kullanamazsanız o zaman ağır depresyona maruz kalabilirsiniz. Fakat aklınızı kullanır da ekranlardan biraz daha fazla uzaklaşma gücünü kendinizde bulabilirseniz o zaman insani hislerinize, ailenize ve dostlarınıza daha çok zaman ayırma şansını bulabilir biraz daha insan olma şansınızı sürdürebilirsiniz.
Kaitlin Luna: Peki, ekranlar neden bizim için bu kadar karşı konulmaz bir cazibeye sahip? Başka şeyler yapmak için bu kadar çok zaman harcıyoruz?
Adam Alter: Evet, bu o kadar büyük bir sorun ki üzerine yüzlerce sayfa yazmak zorunda kaldım. Basitçe cevap verecek olursam, ekranlarda kilitlendiğimiz programlara, direnmek çok zorlaşmaktadır. Çünkü dizi ve film şirketleri hayatta istediğini bulamayan kişilere ulaşamadıkları ve ulamayacaklarını düşündükleri şeylere ve hayallere sanal olarak ortak olma şansını verir gibi yapmakta böylece izleyicileri kendi ticari sanal alemlerine bağımlı hale getirmekte. İnsan psikolojisinin derinliklerini inceleyerek ilgi çekici kişilerin oynadığı sıra dışı kendi ördükleri bu olaylar labirentlerine özellikle çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere insanları hapsetmektedirler. Eski Roma’da mahkumlar zindanlarda geçen her bir gününü yatay çizgilerle zindan duvarlarına çizerken kalan günlerini de dikey çizgilerle çizermiş. Tüm olumsuz şartlara rağmen içlerinde kurtuluş ümidi taşımaktalarmış. Günümüz ekran mahkumları ise rızayı kendileri imal ederek gönüllü bağımlılık ve ekran esaretine razı olmaktadırlar. Facebook ve benzeri sosyal medya uygulamalarında insanlar duvara binlerce farklı varyasyon atmak ve hangisinin daha iyi yapıştığını görmek ve sonra onu kullanmak üzere rekabet halindeyken bu süreci tekrar tekrar tekrar yapmak zorunda kaldıklarını görürler. Facebook gibi platformlar yıllar içinde geliştikçe kullandığımız versiyonları da demode oluyor.
Sosyal medya devleri bilgi toplamaktan, ideoloji pazarlamaya, yardım kampanyaları ile para toplamaktan büyük şirketlere ve devletlere bilgi satmaya, reklamdan pazarlamaya, yeni trendler başlatmaktan, sıradan kişileri bir anda parlatmaya, siyasi akımlara hız vermekten, istediği siyasi akımı zayıflatmaya, Arap Baharı’nda olduğu gibi halkları ayaklanmaya davet ederek sistemleri değiştirmekten, işgalleri desteklemeye kadar her geçen gün bizi hayrette bırakarak insanları, toplumları ve dünyayı değiştirmeye devam ediyorlar. Yani bugün kullandığımız sosyal medya sürümleri, birçok küçük kancanın içinde gömülü olduğu bir tür silah versiyonudur. Onu olumlu amaçlar için kullanmak bizim için zor gözükse de olumlu yönde yeni versiyonlar geliştirmek yine de bizim taleplerimize ve tepkilerimize bağlıdır.
Belirli sayıda beğeni almak veya belirli sayıda takipçiye sahip olmak bizi bağımlı hale getiriyor, ancak sosyal deneyim hakkında çok daha makro ve sosyolojik olan bir gerçek var ki o da şu: Özellikle genç insanlar zengin bir sosyal hayata sahip olabilmek için herkesin kullandığı sosyal platformlara dahil olmak zorunda olduklarını düşünüyor. Sosyal medyada var olmamak eşittir nefes almamak gibi algılanıyor. Bu ise tamamen sosyal bir yanılgı, zayıf kişilik özelliğidir.
Bugün ekranlarınız ile tamamen bağlantınızı keseceğiniz veya ekranlarla günde en fazla birkaç saat geçirdiğiniz bir yaşam sürmek gerçekten çok zor bir hale geldi. Ekranlara direnebilmek veya ekranları planlayabilmek çok ciddi bir irade gücü gerektiriyor. Şu anda ortalama bir Amerikalı yetişkin için günde dört saat, ekran kullanan çocuklar ve gençler ise altı saat kadar ekran başında vakit geçiriyor.
Kaitlin Luna: İnanılmaz! Bu sizce de çok değil mi? Lakin bunun herkes için zor bir süreç olduğunun farkındayım ve zaten bundan dolayı bu konuyu sizinle konuşuyoruz. Siz kitabınızda, teknoloji devlerinin çocuklar için ekran süresini nasıl sınırladıklarından bahsettiniz. Peki, bu bize ne anlatıyor?
Adam Alter: Evet, bunun büyüleyici olduğunu düşünüyorum. Aslında beni bu kadar ilgilendiren şey ise ne zaman bu tür bir ikiyüzlülük görsem, neler olduğunu sorgulamamdır.
Amacı hep kazanmak olan şirketlerden, çocuklarınıza merhamet göstermelerini beklemeyin!
Şirketler, Cola, köpek maması vb. hiç de birinci derece ihtiyacımız olmayan şeyleri çocuklarımıza farklı reklam stratejileri ile farklı dizi ve spor ikonlarının reklam katılımlarıyla satmayı başarıyor. Ekranlar bizi yanlış yönlendiriyor. Alışık olmadığımız alışkanlıkları bizlere kazandırabiliyorlar. Telkin ve tavsiyenin bezen olumsuz da olsa insan üzerinde önemli bir etkisi vardır.
Kaitlin Luna: Kitapta, bağımlılıkların büyük ölçüde çevre ve koşullar tarafından üretildiğini yazdınız aynı zamanda genetiğin alışkanlıklarımızı şekillendirmede nasıl bir rol oynadığını da. Peki, içinde bulunduğunuz koşulların nasıl bir bağımlılık yarattığını veya koşulları daha kötü hale getirip getirmediğini bize açıklayabilir misiniz?
Adam Alter: Kullandığınız ürünler sizde bağımlılık oluşturur. İşte ekranlar size ihtiyacınız olmayan ürünler ile duygusal bir bağ kurmaya ve hep o ürünleri almanızı güdülemeye çalışırlar. Bu süreçte her türlü sloganı ve ikna edici cümleyi kullanmaktan da çekinmezler.
En karşı konulmaz seçenekler büfesini insanların önüne koyarsanız, mutsuz ve arayıştaki insanları seçenekler büfesinin önüne getirmeyi başarabilirsiniz. Başlangıçta sizi cezbedecek bir ekrana bağlı olmakla bir ölçüde reklamlarla da bağlantı kurmaya başlamış olursunuz. Örneğin hiç istemeseniz de bir arkadaşınızın ısrarı ile hayvanat bahçesine giderseniz, kafesteki bir kaplan yavrusunu veya bir maymunu sevebilir orada daha çok zaman geçirmeyi düşünmeye başlarsınız. İşte bu duygu değişimi ticarette “kancalama” olarak da bilinir. Reklamlar sizi böyle yakalar. Örneğin “Siz hala annenizin bilgisayarını mı kullanıyorsunuz?” “Eski televizyonunuzu atmayın, bize getirin!” vb. kancaların önüne atılarak edilgen ve pasif bir duruma düşürülürsünüz. Sadece mükemmel bir şekilde tasarlanmış ve zaman içinde silaha dönüştürülmek üzere evrimleştirilmiş stratejilerle sürekli olarak tüketime yönlendirilirsiniz. Ekranların sakladığı risklere karşı bilinçlenmeli ve irademizi güçlendirmeliyiz. Aksi takdirde onlar gittikçe zenginleşirken insanlar gittikçe fakirleşecek ve depresyona gireceklerdir.
Çeviren: Halil İbrahim İşbilici
Kaynak: https://www.apa.org/research/action/speaking-of-psychology/screen-time