Kristeva olayı, Sovyet Dönemi Bulgaristan istihbaratının karanlık mirası üzerine yapılan tartışmada büyük bir vakıa haline geldi. Kristeva, ajan olduğunu kabul etmemekte ısrar ediyor fakat eski ajanlar ve belgeler farklı bir hikaye anlatıyor.
90’ların sonlarında, küçük bir Bulgar gazetesi olan Literaturen Vestnik’in künyesinde Julia Kristeva ismiyle ilk karşılaştığımda 19 yaşında bir yeni yetme biriydim. Kristeva, gazetenin yayın kuruluna sadece sembolik gücü yüzünden 1995 yılında ilave edilmişti: adı, benim ve Kristeva’nın büyüdüğü Sofya’daki bu haftalık yayına saygınlık katmıştı.
Kristeva; Derrida, Lacan ve Foucault ile birlikte Kıta Avrupası Felsefesini şekillendiren bir edebiyat teorisyeni ve psikanalist olarak ün kazandığı Paris’e 30 yıl önce taşınmıştı. Çarpıcı ve parlak bir figürdü; ulusalcılık, devrimin anlamı, kadın dehası ve diğer konular üzerine yazan bir kamusal entelektüel olarak gittikçe daha fazla temayüz ediyordu. Kristeva, kendi ülkesinin kültürel ya da politik yaşamıyla pek ilgilenmemişti ama bu küçük gazetedeki pozisyonu, Bulgaristan’nın Avrupa Birliği’ne katılmadan kısa süre önce, 2006’da kurulan bir organizasyonun hedefine konu olmaktan kurtulamadı: Bulgaristan Devlet Güvenliği ve Milli Ordusunun İstihbarat Servisiyle Bağlantılı Bulgar Vatandaşlarına Dair Belgeleri İfşa ve İlan Etme Komitesi, Bulgaristan’da daha yaygın olarak bilinen ismiyle Dossier Komitesinin hedefi oldu.
Soğuk Savaş döneminde Bulgaristan, Sovyetler Birliğinin en yakın ve en itaatkar uydusu idi; protestolar ve muhalif hareketlerin etkileyemediği derin ve durgun bir su birikintisiydi. Komünist yönetim çöktüğünde ülke sefalete düştü: Fabrikalar kapandı, işsizlik ve enflasyon arttı, insanlar elinde avucunda ne varsa tüketti. Kaos ortamında birçok Parti üyesi iktidara geldi. KGB’nin Bulgar muadili olan Devlet Güvenlik’in eski çalışanları, ajanlık materyallerini bir gece kamyonlara yükleyip Sofya yakınlarındaki bir metalürji tesisinde yaktılar, arşivin neredeyse yüzde 40’ını imha ettiler. Dossier Komitesi, kalan her şeyi tek bir yerde toplamayı başardı: 45 yıllık Sovyet dönemi boyunca Devlet Güvenlik birimiyle çalışan 15 binden fazla kişiyi tanımlamakta kullanılmış olan milyonlarca belgeyi topladı (Berlin Duvarı yıkıldığında Bulgaristan’da yaşayan insan sayısı 9 milyondan 7 milyona düşmüştü). Komite, devlet kurumlarında ya da gazetecilik, eğitim ya da hukuk gibi alanlarda çalışmak isteyen herkesi temiz kâğıdı almaya ve önceki rejimin temsil araçlarıyla bağlantısını ortaya koymaya zorluyor. İltisak kanıtı, yasal ceza gerektirmiyor fakat bu süreç kamusal güveni artırmak ve Bulgarlara geçmişlerini daha iyi anlamalarını sağlamak için işletiliyor.
2002-2012 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan Georgi Parvanov da dahil olmak üzere ülkenin önde gelen siyasi ve kültürel isimlerinin birçoğunun, iltisaklı ya da işbirlikçi olduğu ortaya çıktı. Parvanov, suçlamaları ilkin reddetti, ardından “Dış işleri Bakanlığı için çalıştığımı zannediyordum” dedi; dosyası ise Devlet Güvenlik için iş birliği yapmaya istekli olduğunu gösteriyor. Son zamanlarda Komite, Leteraturen Vestnik de dahil olmak üzere edebi dergilerin kadrolarını da taramaya başladı. Mart ayı sonlarında Komite, Kristeva’nın 70’li yılların başında, Sabina kod adıyla Devlet Güvenlik’in dış istihbarat kolu olan Birinci İdari Şefliğin Fransa’daki gizli iş birlikçisi olduğunu açıkladı.
Bulgaristan’ın kesinlikle yaşayan en meşhur entelektüeli olan Kristeva’yla ilgili bu açıklama küçük çaplı bir ulusal krize yol açtı. Komite, herkes okuyabilsin diye tüm Dossier dosyalarını çevrim içine aktarmak gibi ender görülen bir adım attı. Kristeva ise Twitter’a girip Fransızca şu tweeti paylaştı: “Sabina kod adı altında, Bulgar gizli servisinin çalışanı olabileceğime dair rapor, yalnızca gerçek dışı değil, zalimce de. Bu, onur ve itibarımı zedeliyor, çalışmalarıma zarar veriyor”.
Avukatı ise “Bu iddiayı yaymayı cesaretlendiren yayınlara karşı yasal işlem başlatacağını” söyledi. Ne var ki o zamandan beri Kristeva, basında ve televizyonda savunulduğu kadar saldırıya da uğradı. Bulgaristan’ın en popüler televizyon kanalındaki This Morning adlı talk şov programında, parlak kırmızı saçları ve büyük yuvarlak gözlükleriyle Dosseier Komitesinin en tanınmış siması haline gelen Ekaterina Boncheva ve Kristeva’yı Literaturen Vestnik’in yayın kuruluna davet eden Sofya Üniversitesinden Profesör Miglena Nikolchina’nın katıldığı bir bölüm yayınlandı. Nikolchina, Dossier Komitesinin insanları buna zorlayan yüksek rütbelilere değil de birçoğu buna zorlanmış olan işbirlikçilere odaklanmasının yanlış olduğunu söyledi. #Metoo [Ben de] hareketini ima ederek “Yönetmenler değil de sanki aktörler suçlanıyor” dedi.
Sabina olayı, Bulgaristan’da Devlet Güvenlik’in karanlık mirasıyla nasıl başa çıkılacağı, kimin ne kadar suçlanacağı ile ilgili, Avrupa ve başka yerlerde totaliter ideolojilerin tekrar yükselişi bağlamında sürdürülen bir kamusal tartışma haline geldi.
Kristeva’nın eleştirisi, bu işbirliğinin kamuya mal olmuş bir entelektüel olarak ahlaki otoritesinin altını oyduğunu iddia ediyor. Seçkin Bulgar gazetecilerden biri, bu üyeliği “eski rejimin karmaşık bağımlılıklar zinciri bütünündeki bir halka” olarak kınadı. Savunucuları ise Kristeva’nın sözünün, totaliter bir devlet için çalışan casuslar tarafından yazılan eski belgelerden daha fazla ağırlık taşıdığını söyleyip duruyorlar. Belki de gizli ajanlar, konuşmaları ya bizzat kendileri uydurdular ya da bir vesileyle onunla konuştular fakat sonra yanlış bir şekilde kendileriyle işbirliği yaptığını iddia ettiler. Kristeva dosyalarının birçok Devlet Güvenlik dosyası gibi doksanlı yıllarda kısmen temizlenmiş olabileceğine dair bazı emareler var: Bazı idari belgeler eksik görünüyor. Birkaç yorumcu, Dossier Komitesini tamamen durdurma çağrısında bulundu.
Öte yandan tartışma, entelektüellerin devletle ilişkileri hakkındaki eski tartışmaları yeniden gündeme getirdi, özellikle de Avrupa’da. Martin Heidegger herkesin bildiği gibi Nazi rejimini desteklemişti; Paul de Man’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi aleyhtarı makaleler yazdığı ölümünden sonra keşfedildi. Kristeva’ya daha yakın bir analoji, 1993 yılında eski bir Stasi işbirlikçisi olduğu ortaya çıkan Doğu Almanyalı yazar Christa Wolf‘un hayatında bulunabilir: Yazarın 1959-1962 yılları arasında Margarete mahlasıyla yazılar yazdığı açıklanmıştı. Verdiği raporlar genelde zararsızdı fakat Wolf, açığa çıktığında alenen şok yaşamıştı, belleğini bastırmış olmalıydı. Daha sonra, otobiyografik bir roman olan “City of Angels or The Overcoat of Dr. Freud [-Melekler Şehri ya da Dr. Freud’un Paltosu]” adlı son kitabında, geçmişiyle açıkça yüzleşti.
Birkaç yıl önce, Fransız romancı Laurent Binet, “The Seventh Function of Language [-Dilin Yedinci İşlevi]” adlı post-modern bir hicviye roman yazdı. Bu romanda Roland Barthes, ikna etmenin sınırsız gücünün sırrını elde etmeye çalışan haydutlar tarafından gizemli biçimde öldürülür. John Searle ve De Man’ın yaptığı gibi, ardından Foucault ve Derrida da sahneye çıkıyor. Bu kitaptaki Julia Kristeva ismi verilen kahraman, babası tarafından yönetilen Bulgar İstihbarat Servisi için gizlice çalışır. (Binet bana gönderdiği bir e-postada, Julia Kristeva’nın Devlet Güvenlik ile bağlantısına dair hiçbir işaret olmadığını söyledi).
Kristeva, Devlet güvenlik raporlarının da bu raporların Dossier Komitesi tarafından halka açıklanmasının da eşit derecede kurgusal olduğunda ısrarcı. Dossier’i ve onda rapor edilenleri, “uyduruk enformasyonlar”, “post-olgusal politika” ve “uydurma haber” olarak adlandırdı. Temmuz ayında, Vanity Fair’in Fransızca baskısında, kendisiyle yapılan röportaja birkaç sayfa ayrıldı. O röportajda, sarhoş “kafkasik bürokratlar”ın aldıkları maaşı haklı göstermek için dossier dosyasındaki materyalleri uydurduklarını söylüyor. Elbette birkaç kez Bulgaristan konsolosluğuna gitmiş ve oradaki çalışanlarla birkaç kelam etmişti. “İddianın sahte olduğunu fark etmek için dosyayı okumak kesinlikle yeterli fakat medya, detaya girmekte isteksiz” diyor, “Metinler uzun ve Krilce” diye ekliyor.
Kristeva’nın açıklamasından bir gün sonra, Dossier Komitesinin Sofya şehir merkezindeki Stalin döneminden kalma, iyonik sütunlarla ve ayrıntılı bir friz ile köylü ile sanayi işçileri arasındaki birliği tasvir eden büyük neo-klasik Ulusal Opera binasının arka taraflarındaki merkezini ziyaret ettim. Bir metal tarayıcıdan geçip beş kat çıktım, parmak izi kilidinin geçerek uzun bir koridorun sonunda, iki sıra halinde sekiz okuma masası olan bir okuma salonuna ulaştım. Salonda tarihçilerin dışında, iş icabı orada bulunan birkaç kişi ile bir zamanlar kendisini ihbar eden komşularını bulmayı uman gri saçlı bir vatandaş vardı. Odaya girdiğimde bir asistan bana oturmam için bir sandalye gösterdi, her biri Krilce “Sabina” diye etiketlenmiş yumuşak ciltli 3 dosya getirdi. Dosyalar neredeyse 400 sayfalık materyal içeriyordu. Gizli raporlara, ele geçirilmiş yazışmalara ve gazete kupürlerine ek olarak erken biyografik belgeler de vardı.
Kristeva 1941’de doğmuştu, Sliven eyaletinde. Ailesi, savaş biter bitmez Sofya’ya taşınmıştı. Biyolog olarak yetiştirilmiş annesi evde çocuklarla kaldı. Babası tıp ve ilahiyat diplomasına sahipti fakat Bulgar Ortodoks Kilisesi muhasebecisi olarak çalışmaya başlamıştı. Dini faaliyetleri ve milliyetçi gruplarla savaş öncesi ilişkileri şüpheyle inceleniyordu; dosya notlarla doluydu, kızının kaydı bunu örnekliyordu. Katolik rahibelerin yönettiği L’Alliance Française Anaokulu’nda Fransızca okuduktan sonra Sofya Üniversitesinde, ülkenin resmi gazetelerinden Noradna Mladezh için yazılar yazan seçkin bir filolog olarak temayüz etti. O zaman her üniversite öğrencisi gibi o da Komünist Parti’nin gençlik örgütü Komsomol’e üyeydi. Üniversitedeki yetkililer “Partinin davasına sadık bir edebi işçi” diye fişlemişlerdi. Kristeva, uzaya çıkan ilk insan Yuri Gagarin, Bulgaristan’a resmi bir ziyarette bulunduğunda tercüman olarak görev almıştı. Aynı şeyi daha sonra Fransız Komünist Partisi Genel Sekreter için de yaptı. Bunlar resmi güven ve bağlantılar gerektiren prestijli işlerdi.
24 yaşındayken Kristeva, Fransız hükumetinden bir yıllık lisans üstü burs kazandı ve gitmek için Bulgar Hükumetinden izin aldı. Dosyasında yazdığına göre Fransa’ya gitmeden önce Aralık 1965’te, Petrov kod adlı bir Devlet Güvenlik sorumlusu tarafından, Demir Perde’nin dışındaki ülkelere seyahat edenler için rutin uygulanan bir prosedür gereği, “tedbiren görüşme” yapmak üzere İçişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Petrov “bizimkiler” ile gelecekte işbirliği yapma olasılığını sordu; müteakip rapora göre, Kristeva ona tentatif bir onay verdi.
Paris’te evinden ve ailesinden özgürleşen Kristeva, çağın devrimci ruhuyla çok iyi karşılaştı. Tezinin bitmesine birkaç ay kala, deneysel romancı Phillip Sollers’a, çalışmasını onunla tartışıp tartışmayacağını sordu. Sollers da onu yayıncısının ofisine davet etti, sonra da akşam yemeğine. Fransa’da ne yapmak istediğini sordu. Kristeva, Marks’ın “Zincirlerimden başka kaybedecek bir şeyim yok” özdeyişiyle cevapladı. Bir yıl sonra evlendiler.
Sollers, şimdilerde “teori” dediğimiz şey için besleyici zemin haline gelmiş bir dergi olan Tel Quel’in editörüydü: Foucault, Derrida ve Barthes derginin destekleyicileri arasında yer alıyordu. Tel Quel grubu için gerçeklik, dilin bir kurgusuydu; tarih bile okunabilir bir metindi.
Kristeva ve hemşehrisi Tzvetan Todorov, Fransızları Rus post-formalist Mikhail Bakhtin ile tanıştırdı; onun hakkında yazdığı 1966 tarihli bir makalede, bir metnin anlamının diğer metinlerle ilişkisi tarafından nasıl belirlendiğini tarif etmek için metinler-arasılık [intertextuality] terimini kullandı. Bu kavramı, üç yıl sonra yayınladığı roman kurgusu ve kökeni hakkındaki ilk kitabı Séméiôtiké [-Semiotik]’te genişletti. Barhtes bir dergide, “Julia Kristeva, olayların düzenini değiştiriyor: Bizi rahatlatabileceğini düşündüğümüz en son ön yargımızı da yok ediyor” diye yazmıştı.
Altı ay sonra, Dossier’deki bir rapora göre, Petrov bir iş gezisi için Paris’e gitmiş ve Kristeva’ya telefon etmişti. Kristeva’nın ondan haber aldığı için memnun olduğunu düşündü. Ertesi akşam yemekte buluştular; Kristeva, Fransa’daki yaşamı, kariyeri ve yeni ailesi hakkında uzun uzun konuştu. Evlendiği ve Paris’e yerleştiği için özür diledi, Petrov’a Sofya’yken evlendiğini söylemişti fakat özür dilememişti. Ayrıca mutlu olduğunu söyledi. Evet, kocası Philippe burjuva bir aileden gelmişti fakat “doğru solcu pozisyonlar” benimsemişti ve Fransa Komünist Partisi ile yakın bağlara sahipti. (Tel Quel, 1960’da kurulduğunda çok ilgili değildi fakat on yıl içinde giderek daha fazla politik büyüme sağladı).
Petrov, Kristeva’nın politik eğilimini sorduğunda, “hoş bir sürpriz” olarak sosyalizme kendisini öncekinden daha fazla adamış biri haline geldiğini söyledi. Ofisimde yaptığımız sohbeti hatırlıyor musun diye sordu. Kristeva hatırlamıştı. Petrov, “Onun gelişimini ve davranışlarını takip ediyorduk ve kendisini iyi bir Bulgar olarak göstermesinden memnun olmuştuk” diye açıklama yaptı. Şimdi kendisinin, “ülkesi ve servislerimiz için faydalı biri olduğunu kanıtlayabileceği bir zaman” diye rapor tuttu. Raporda yazdığına göre Kristeva, bu öneriyi kabul etti ve gayretini “Fransa’nın kültürel sahnesini” izlemeye odaklayacağı konusunda anlaştılar. Devlet Güvenlik ile sık sık bağlantı kurmaya gerek kalmayacaktı, Büro kariyerini gizlemesini istememişti çünkü “daha meşhur bir akademisyen oluşu, kendisini daha faydalı biri yapabilirdi”.
Petrov, Bulgaristan Elçiliğinden Lyubomirov adındaki bir adamın birkaç günde bir onu arayabileceğini söyledi. Lyubomirov birkaç hafta sonra ilk raporunu yazdı. Kristeva ile Aralık başında, bir öğleden sonra La Closerie des Lilas’ta, Luksemburg Gardens yakınlarındaki, yeni aile apartmanından bir taş atımlık mesafedeki genelde artist ve entelektüel müdavimleriyle popüler olan bir kafede görüştü. (Renoir ve Monet bir zamanlar buranın müdavimleriydi; Lenin burada satranç oynardı). Lyubomirov, Kristeva “doğal davrandı ve hızlıca her şey hakkında konuştu” diye not aldı. Kristeva ona, Fransız solu içindeki çetin mücadeleyi anlattı ve Siyonist lobinin Fransız medyasını nasıl gasp ettiğini, Filistin Davasının altını nasıl oyduğunu anlattı. Bir süreliğine haftalık kültürel mülakatlarla destek olduğu Radyo Paris’teki Bulgar göçmen meslektaşını da tartıştı. Fakat küçük ve önemsiz detaylara daldı: Mide ağrısından yakınan bir meslektaşından, para sıkıntısı çeken ve iki odalı bir apartman dairesinde kızıyla birlikte yaşayan başka birinden bahsetti. Bu bilgiler önemsiz olsa da Devlet Güvenlik’in göçmenler ve ana vatana ihanet departmanına iletildi. Hatta gizli servisin kendisi bile yararsız görünüyordu; gizli servis çok iyi irdelenmeli, yeniden yapılandırılmalı, kendisine gerekli ideolojik eksen yeniden kazandırılmalıydı. Buna karşılık, dosyadan bir yargıya varmak gerekirse Kristeva, ailesine yardım etti. Küçük kız kardeşi piyanist Ivanka, Fransaya yeni gelmişti ve İsviçre’de bir konservatuvarda çalışabilirdi, bu yüzden pasaportunun süresinin uzatılmasına ihtiyacı vardı. Kristeva’nın anne-babası, kızlarını ziyaret etmesini istedi. Böylesi meseleler hallediliyordu.
Lyubomirov, Dossier dosyasına bakılırsa bağlantıyı koparmadı fakat Kristeva, hızlı bir şekilde gittikçe daha az ilgili hale geldi. “Neyin önemli olduğunu fark edemeyeceğini” ileri sürerek raporlarını yazılı olarak vermeyi reddetti. Lyubimorov’u, yoğun iş programını ve dalgınlığını bahane ederek çok kere bekletti. Ortaya çıktığında çoğunlukla genel ve herkesin ulaşabileceği bilgiler verdi; Lyubomirov, onun katkısını kısıtlı ya da değersiz diye derecelendiriyordu. Mesela Filistin Devleti konulu bir konferansa katıldıktan sonra Lyubomirov’a orada kimlerin olduğunu ve politik görüşlerinin neler olduğunu anlattı. Ayrıntıya girdi, diğer yandan da Île de Ré’deki kocasının köyündeki tatilinden, Bordo civarındaki aile mülklerini ziyaretlerinden bahsetti. Lyubomirov, bir burjuva yaşamı sürdüğü için onu azarladı, O ise “Küçük burjuva” diye düzeltti. Kristeva, tedbir konusunda uyarılmış görünmesine rağmen bazı zamanlar Lyubomirov’u telefonla aradı. Merkez yani Devlet Güvenliğin Sofya’da karargahı buna epey kızdı fakat Lyubomirov yazdığı bir raporda “entelijansiyanın duyarlı bir temsilcisi” olarak “bizim iletişim mantığımızı bir anda özümseyemedi” diyerek ajanını ve kendisini korumaya çalıştı. Sofya’dakilerden biri, raporun kenarına “Saçma” diye not düşmüştü.
Kristeva’nın kamusal politik görüşleri, Devlet Güvenliğin görüşlerinden farklılaşmaya başlamıştı. 1971 yılında Tel Quel, Fransız Komünist Partisi ile yollarını ayırdı ve Moizm ile aynı çizgiye geldi. Kristeva, Mart 1972’de, aralarında Jean Paul Sartre’ın bulunduğu diğer 15 entelektüelle birlikte Çekoslovakya’daki Sovyet baskısını protesto eden bir açık mektubu imzaladı. Aynı ay içinde Paris’teki Bulgaristan Büyükelçiliğine elle yazılmış bir kartpostal gönderdi. “Belçika’dan Selamlar” yazıyordu. “Ben bir konferanstaydım. Ardından tatile gideceğim. Seni tatilden sonra ararım. Halkın gücü çok yaşasın!” Kartpostal Mösyö Draganov’a gönderilmişti. Geçtiğimiz baharda yayınlanan bir gazete röportajında Kristeva, bu isimde birini tanıdığını reddetti. Daha sonra Vanity Fair’e kartpostalı gönderdiğini fakat bunun ironik olması gerektiğini söyledi.
Dossier’i okuduktan sonra Kristeva’ya, bu belgelere dair yorumlarımı içeren bir elektronik posta gönderdim; ailesine yardım etmek amacıyla yetmişli yılların başında, kmseye bir zarar veren istihbaratta bulunmadan Devlet Güvenlik için kısmen çalıştığının aşikar olduğunu, buna bir yorum yapmak isteyip istemediğini sordum. “Benim durumumun sizin okumanızla kesinlikle örtüşmediğini düşünüyorum” diye yanıtladı. Daha sonra telefonda, hiçbir gizli toplantı yapmadığı konusunda, dosyada kendisine atfedilen meslektaşları hakkında, Siyonizm hakkında hiçbir mülahazada bulunmadığı konusunda ısrar etti. Elçilikle ilişkisinin kaçınılmaz olduğunu, orada çalışan adamların kendini rahatsız etmeye başladığını, onları görmezden gelmeye çalıştığını söyledi. Ayrıca bunun akademik uzlaşı meselesi olduğu halde, kocasının ve editörlüğünü yaptığı derginin Fransız Komünist Partis ile bağları olduğu iddiasına da itiraz etti. The Cultural Politics of Tel Quel [-Tel Quel’in Kültür Politikası] adlı kitabın yazarı Danielle Marx-Scouras, Dergi’nin 60’ların ortasından 1971’e kadar Parti’yi desteklediğini söylemişti). Mösyö Draganov’a gelince; “Beni taciz eden biriydi” dedi. “Ondan kurtulmaya çalışıyordum”. Hiç kimsenin ondan bir gizli ajan olmasını istemediği iddiasını sürdürdü, bunu kabul etmeye asla yanaşmadı.
Emekli İstihbarat Memurları Derneği, Sofya şehir merkezindeki küçük ve izbe bir apartman dairesindedir. Atanas Kremenliev adındaki, kariyerini Birinci İdari Şeflik’in ajanı olarak geçiren bir adamla burada karşılaştım. Şuan 84 yaşında; kalın beyaz saçları ve kirpikleri, yüzündeki derin kırışıklıklar ve şaşırtıcı derece rahat hali ilk bakışta fark ediliyor. Karşılıklı oturduğumuzda sigarasını yaktı. Kristeva ile hiç çalışmadığını fakat onun amirini iyi tanıdığını söyledi. Adı Luka Draganov, kod adı ise Lyubormirov idi. “İyi muhbirlerden biri, çabuk sinirlense de” dedi. Draganov, 70’lerin başında Fransa’da istasyon şefiydi. (Birkaç yıl önce öldü). Ajanstaki ortak kanı, Kremenliev’in dediğine göre, gayretli ve titiz olduğu. Draganov’un Devlet Güvenlik’teki Dossier Komitesi tarafından muhafaza edilen kendi operasyon dosyası bu tasvirleri doğruluyor: Raporları titizdi, patronları tarafından çok çok güvenilir biri olarak görülüyordu. Dosyası ayrıca Kristeva’ya “ajan Sabina olarak” sayısız gönderme içeriyor. Kristeva ile Draganov’un görüşmesi mümkün mü diye sordum, fakat kiminle konuştuğunu anlamamıştı. Kremenliev, “Herkes kendini haklı çıkarmak, aklamak ve suçu başkasına yıkmak için mazeret arar. Normal insan kalitesi budur” dedi.
Kremenliev, Petrov’u da tanıdığını söyledi. Petrov’un gerçek adı Stoyan Dimitri Georgiev idi. Kristeva’nın Bulgaristan’dan tanıdığı Komsomol’un birinci sekreteri Ivan Abadzhiev’in yardımcısı idi. Georgiev, Viyana’da istasyon şefi oldu. Alt seviye memurları denetlemek ve potansiyel ajanları toplamak için Avrupa başkentlerinde sık sık seyahat ediyordu. 2011’de öldü. Kremenliev “o tam bir profesyonel” dedi.
KGB gibi, Bulgaristan Devlet Güvenliği de aktif önlemler denilen dezenformasyon kampanyalarıyla meşguldü. Bu tür eylemler, medya manipülasyonundan ön örgütlenmelere ve resmi belgede sahteciliğe kadar geniş eylemlere yayılabilir. Daha başka adi sahtekarlık biçimleri de vardı: Ajanlar hırs, iş baskısı ve tembellikten işlerine geldiği gibi istihbarat uydurabilir ya da icat edebilirler. Doğu Bloğu’ndaki taki muhbirler, genelde ajan filmleri izlemezlerdi; düşük ahlak, akraba kayırmacılığı ve yetersiz eğitimden musdariptiler. 1970’lerde, Kristeva’nın işe başladığı yıl, en elit şube olduğuna inanılan Birinci İdari Şeflik’teki ajanların yarısından biraz fazlası üniversite mezunu idi. Çalışanların yarısından biraz azı en azından bir yabancı dil biliyordu. Kristeva dosyasındaki raporlardan çoğu, imla hatalarıyla doludur. Semiyoloji [-göstergebilim] özel bir sorundu. Fransız isimlerin Bulgarca fonetik transkripsiyonları ne yazık ki yanlış.
Yazının Devamını Okumak İçin Tıklayınız!