–
Elimde, Jennifer Doudna ve Samuel Sternberg’in yazdıkları kitabı tutuyorum. Kitap, dikkat çekici kapağı ile bir sosyal bilimciyi DNA’ların içine çekebilecek güçte. Yazarları akıcı bir dille kaleme almışlar kitabı. Doudna, meslek yaşamının çoğunu laboratuvarda geçirmiş bir biyokimyacı. Kendisini bu dev tsunami dalgasını başlatanlardan biri olarak tanımlıyor.
Biyolojik dünya, insanoğlunun tetiklediği muazzam değişimler geçiriyor.”
Canlı hücre içindeki DNA’yı kurcalamak için güçlü biyo-teknoloji araçlarını kullanan bilim insanları, artık her türlü canlının genetik kodları üzerinde çalışabilirler. En yeni ve muhtemelen en etkili genetik biyo-teknoloji araçlarından biri, Doudna ve arkadaşlarının geliştirdiği CRISPR-Cas9 adlı gen mühendisliği aracı. CRISPR sayesinde GENOM neredeyse basit bir metin parçası kadar düzenlemeye elverişli hale gelmiş oldu.
Yaklaşık 100 bin yıllık geçmişe sahip olan modern insan homo sapiens’in genomunu (gen dizilimini) belirleyen iki kuvvet vardı: Rastlantısal mutasyon ve doğal seleksiyon. Şimdi, tarihte ilk kez, sadece bugünkü insanların değil, gelecek nesillerin de DNA’sını düzenleme kudretine sahibiz. İşin aslı şu: İlk kez kendi türümüzün evrimini yönlendirme fırsatına sahip olduk.
Tartışma buradan başlıyor ve alevleniyor. Kitap, pek çok konuda fikir birliğine varamayan biz insanların, “muazzam güce sahip gen düzenleme teknolojisini” nasıl kullanacağımızı soruyor.
Tartışmanın ister tekno-severlik yönünde isterse tekno-kötümserlik tarafında yer alın, kitabı okumanın size vadettiği şey, DNA’lar arasında kışkırtıcı bir yolculuk. Aşağıda, “Bizi ne bekliyor?” başlıklı son bölümden derlediğim bir kesit sunuyorum. İyi okumalar, bol meraklanmamlar!
Tasarım Bebekler ve Gen Mühendisliği
Genleri istediğimiz gibi düzenlemeli miyiz yoksa düzenlememeli miyiz? Bu soru sıradan okurlar kadar bilim insanlarının da gündemini işgal ediyor. Kesin bir yanıt üzerinde uzlaşamamış olmak hiç de şaşırtıcı değildir. 2016 tarihli bir Pew Research anketi, ABD’li vatandaşların yüzde 50’sinin gen düzenleme tekniği marifetiyle hastalık riskini azaltma girişimine karşı olduğunu, yüzde 48’inin ise bu fikri desteklediğini gösteriyor. Bu yanıtlara çeşitli kaygılar rehberlik etmektedir.
Din, bunun gibi çetin meselelerle karşılaştığında insanların başvurduğu ahlaki kılavuzdan biridir. İnsan embriyoları üzerine deney yapma meselesine çoğu Hristiyan topluluk, embriyoyu döllenmeden itibaren birey olarak kabul ettikleri için karşı çıkarken Yahudi ve Müslüman topluluklar, deney tüpünde yaratılan embriyoları birey olarak kabul etmedikleri için daha hoşgörülü yaklaşırlar. Bazı mezhepler, genetik dizilime her türlü insan müdahalesini, insanın varoluşundaki Tanrı’nın rolünü gasp etmek sayıyor. Kimi mezhepler ise doğanın işleyişine müdahale etmeyi, insan sağlığın iyileştirilmesi ya da doğurganlığın artırılması gibi faydalı amaçlarla yapıldığı müddetçe hoş karşılıyor.
Gen düzenleme fikri biraz kaygı yaratabilir fakat …
Ahlaki kılavuzlardan bir diğeri ise içsel niteliktedir: Doğacak çocuğun genlerini kalıcı olarak düzenlemek için CRISPR’ın kullanılmasına karşı içgüdüsel bir tepki veriliyor. Pek çok insanın gözünde gen düzenleme fikri, doğaya aykırı ve yanlıştır. İnsan genomunun düzenlenmesi üzerine kafa yormaya ilk başladığımda ben de o insanlardan biriydim. Binlerce yıldır, insanların üremesine sadece doğal mutasyonlar eşlik ediyor. Dolayısıyla genlerimizi kendimizin düzenlemesi fikri, ilk bakışta sapkınca görünebilir.
İnsan söz konusu olduğunda, özellikle tıp dünyasında doğal ve yapay arasındaki sınır iyice bulanıklaşır ve gözden kaybolur. Benim gözümde doğal ile yapay arasındaki ayrım, hatalı bir çatallanmadır, üstelik insanların ıstıraplarını ortadan kaldırmaya engel oluyorsa tehlikelidir de.
Hasta insanların öyküleri çok dokunaklı
Konferansın birinde, CRISPR’ı tanıttığım konuşmanın ardından bir kadın beni kenara çekip kendi öyküsünü anlatmıştı. Kız kardeşi, nadir rastlanan yıkıcı bir genetik hastalığa yakalanmış. Hastalık, kız kardeşinin fiziksel ve akıl sağlığını öylesine kötü etkilemiş ki bütün aileye müthiş zorluklar yaşatmış. Gözlerinden yaşlar boşalırken kadın şunları söyledi:
“Gen dizilimini düzenleme marifetiyle insan neslinde bu mutasyonu yok edebilecek olsaydım, hiç kimse kız kardeşim gibi acı çekmesin, diye bu tekniği derhal kullanırdım!”
Başka bir seferinde, bir adam Berkeley’de ziyaretime geldi. Babasının ve dedesinin Huntington hastalığından öldüklerini, üç kız kardeşinin testlerinde bu mutasyona rastlandığını anlattı. Araştırmaları, bu korkunç hastalığın engellenmesine doğru ilerletmek için elinden geleni yapmak istiyordu. Mutasyonlu geni kendisinin de taşıyıp taşımadığını sormaya cesaretim yetmedi. Mutasyonu taşıyorsa çok geçmeden hareket etme ve konuşma gücünü kaybedecek, erken yaşta ölmeyi bekleyecekti. Kişinin, bırakın bizzat kendi başına gelmesini, sevdiklerinin başına geldiğinde bile dehşetini azaltmayan bir ölüm cezasıdır bu.
Bu tarz hikayeler hem genetik hastalıkların korkunç maliyetini gösterir hem de bunlarla yüzleşmekte tereddüt etmenin bedelini fark etmemizi sağlar. Günün birinde kötücül mutasyonları güvenli bir şekilde düzeltme konusunda doktorlara yardımcı olacak bir araç inşa edebilmişsek eğer, bunları kullanmakta haklı olacakmışız gibi geliyor.
Bazıları farklı görüşte
Herkes bu görüşte değil. İnsanların genomlar hakkında, sanki bunlar evrimsel kalıtımın pek kıymetli parçalarıymış, yüceltilmesi ve muhafaza edilmesi gerekli şeylermiş gibi konuştuğunu duyduğumda artık şaşırmıyorum. Örneğin UNESCO, 1997 yılında resmen kabul ettiği Evrensel İnsan Genomu ve İnsan Hakları Bildirgesi‘nde şöyle yazar:
“İnsan genomu, insanlık ailesinin tüm üyelerinin temel birliğinin, ayrıca bunların özündeki itibarın ve çeşitliliğin kabul edilmesinin zeminini oluşturur. Simgesel anlamda genom, insanlığın mirasıdır.”
UNESCO, CRISPR gibi teknolojilerin, tedavi amaçlı kullanılsa da gelecek nesilleri etkileyecek şekilde bu teknolojileri yürürlüğe sokmanın tüm insanların özünde bulunan eşit onu ve değer düşüncesini tehdit edeceğinden, daha iyi bir yaşam isteği kisvesine bürünmüş olan nazivari bir soy ıslahı bilimini yeniden dirilteceğinden endişelenmektedir.
Bazı biyo-etikçiler de benzer kaygılar dile getirirler: Genom düzenlemesinin insan olmanın doğasını değiştirdiğini, insan gen havuzunu tadil etmenin geri dönülmez yıkımlara yol açacağını, insanlığı değiştireceğini ileri sürmektedirler.
Felsefi itirazlar kafa yormaya değer
Fakat genetik hastalıkların yol açtığı acıları düşündüğümde, nihayetinde genetik düzenlenme yoluyla tedavi etme olasılığını tümüyle dışlamanın riskleri haddinden fazladır. Gen dizilimini düzenlemenin, doğru ya da yanlış olmasını bir kenara bıraksam da özündeki iki etik mesele canımı sıkmayı devam ediyor: Gen düzenleme konulu uluslararası zirvede ikisi de münazara edilmiş ancak ne biri ne diğeri çözüme kavuşturulmuştur. Birincisi, doktorlar insan hayatını kurtarmak için genomu düzenlemeye başladıklarında bu tekniğin nasıl devreye sokulacağını, kim, nasıl kontrol edebilecek? İkincisi, toplumsal adalet meseleleriyle ilişkili: CRISPR toplumu nasıl etkileyecek?
Elif Akçay
Kaynak: Jennifer Doudna ve Samuel Sternberg, “Yaratılıştaki Çatlak: Gen Düzenlemenin Evrime Hükmeden İnanılmaz Gücü” (Kitap)