Kök (I Origins) filmini seyrederken düşüncelerim filme değil, kendime doğru kaydığını fark ettim. Anladım ki biyolojiyle ile ilgili neredeyse hiçbir kavramsal zeminim yokmuş. Siz de benim gibi filmi lise müfredatında öğretilen temel biyoloji bilgileriyle (vücudumun kaçta kaçının sıvılardan oluştuğu, organların vücudun nerelerinde olduğu gibi) izlediyseniz filmdeki deneylerin tam olarak ne işe yaradıkları hakkında oldukça kafa karışıklığı yaşayacaksınız demektir.
Berrak Bostancı Uzel
Kök Filmi (I Origins) Afişi – Yönetmen Mike Cahill -2014
Bununla birlikte filmlerde biyolojinin “çok satan bilimlerden biri” olmadığını, bir çırpıda aklınıza gelecek bilim kurgu filmlerinden kaçının biyoloji bilimiyle ilgili olduğuyla ölçebilirsiniz. İtiraf edelim çok az sayıda yapılmış biyonik adamlar ve gen mühendisliğine dayalı distopik filmler de olmasa biyoloji konularını hiç göremeyeceğiz. Bunun aksine fizik bilimi, filmlerde popülerliğini her zamanki gibi giderek arttırmaktadır. Size sadece aya yolculukla iligili bile hılızca en az üç film sayabilirim:
A Trip to the Moon (1902, Georges Mélies): Aya Yolculuk Destination Moon (1950, Irving Pichel): Aya Seyahat Apollo 13 (1995, Ron Howard).
Durumun neden böyle olduğuna dair birkaç tespit yaptım. İnanç sistemi bağlamında biyoloji çalışmalarında canlı yaşamının sorgulanması ile ilgili büyük dinsel tabular bulduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu tarz filmlerin yapımında ciddi tartışmalar yaratılmasından çekiniliyor olabilir. Bunu bir maddenin ya da uzayın incelenmesinin inanç sistemini biyoloji çalışmalarındaki kadar zorlamadığı sonucundan yola çıkarak söyleyebiliriz.
Politik hatta daha çok ekonomi politiği ile ilgili bir sebep olarak da devletlerin küresel liderlik yarışlarındaki teknolojik liderliklerini kanıtlama çabalarını gösterebilirim. Uzay ve evren temalı filmlerden daha güzel propaganda aracı mı olur? Uzaya gönderilecek olan bir uzay mekiği yapımı ile bir uzay filmi yapım maliyeti karşılaştırıldığında mutlaka film yapımının daha ucuz maliyetli olduğunu görebiliriz. Uzay mekiği maliyetlerinden bahsetmişken bu filmlerin uzay araçları yapımına hem ekonomik fon sağlamak hem de konuyla ilgilenen profesyonel uzmanlar yetişmesinde güçlü bir motivasyon yarattığı da fark edilmiyor değildir.
Biyoloji temalı filmlerin aksiyon ve heyecan içermemesi de izlenebilirlik oranını azaltan başka bir sebep olarak gösterilebilir. Biyoloji çalışmalarının çoğu genellikle saatlerce laboratuvar ortamında geçer ve temel olarak aynı deney yüzlerce belki de binlerce tekrarlandıktan sonra sonuca ulaşılır bazen de ulaşılamaz.
Genel olarak biyoloji biliminin filmlerde diğer bilimlere göre çok daha az yer alıyor olmasının gerçek bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum. Biyoloji alanında yapılan çalışmaların insanın bedenini anlama çabasında daha çok tıp alanına yönelmiş olmasının dabu talihsizliği arttırdığını varsayıyorum.
Bu kısa yakarış ve iç hesaplaşmadan sonra heyecanla Kök filmini (I Origins / 2014) okumaya başlamak istiyorum. Öncelikle dikkatimi çekenin, neredeyse tüm film analizlerinin konuyu din-bilim tartışması temelinde yorumlaması olduğunu söyleyebilirim. Bu noktada filmi beğenip beğenmemek öznel bir mesele olduğundan herkes kendini yakın gördüğü tarafa doğru filmi olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirmiş. Filmin finalinde bilimsel yöntemle çözülemeyen gizemli tarafın mitolojik bir bağlamda çözülmesi, bilime verilen değeri küçümsediği gerekçesiyle pozitif bilimcileri oldukça kızdırmışa benziyor. Bense bu inanç tartışmalarının uzağında filmi elimden geldiğince pozitif bilimi çatısından hangi konulara değindiği ve bu konulara ne kadar gerçek bilim ne kadar kurgusal yaklaştığı ile ilgili bir incelemek yapmak niyetindeyim. Filmin ana merkezinde olan aşk üçgeninden ise hiç bahsetmeyeceğimi şimdiden söyleyebilirim.
Filmin ana karakteri Dr. Ian Gray, çocukluk yıllarından itibaren gözlere karşı farklı bir merakı ve hayranlığı olan, profesyonel hayatında da bu motivasyonla gözün evrimi üzerine çalışmalar yapan bir moleküler biyolog. Filmde toplam iki büyük bilimselaraştırmadan söz edebiliriz; Birincisi gözün evrimini kanıtlar sunarak kanunlaştırmaya çalışan Ian ve (laboratuvar partneri sonra da hayat arkadaşı olan) Karen’ın birlikte yürüttükleri araştırma. İkincisi ise Dr.Janet Simmons’un gözün iris tabakası ile insanın bilişsel düzeyi ile bağlantılı olup olmadığını araştıran Yale Üniversitesi ve Greenwich hastanesi ile birlikte yürttüğünü söylediği gizli bir araştırma.
Filmin ilk 10 dakikasında Dr.Ian Gray’in araştırmasını laboratuvar ortağı ve asistanı Karen’a anlattığı sırada dinleme şansına sahip oluyoruz. Burada bahsettiği çalışmasındaki amacı gözün evrimsel gelişimindeki eksik parçaları tamamlayarak örneklerle bu evrimi kanıtlamaktır. Şimdi burada bir dakika duralım gözün hangi aşamalardan geçip şimdiki haline geldiğini zaten bilmiyor muyduk? İşte Karen da tam olarak bunu soruyor: “Zaten evrimgeçirdiğini biliyoruz niye buna zaman harcıyorsun?” (Karen, I Origins). Evet bu bizi gerçek bilime taşıyacak gerçek bir soru çünkü Ian’ın da bu soruyu cevapladığı gibi gözün evrimi bir varsayım, gerçek değil. Bilimde bir şeyin gerçek sayılabilmesi defalarca tekrar eden deneylerden aynı sonuç alınıp sonucu açık şekilde gözler önüne seriliyor olması gerekir.
“Bir varsayım (hipotez), muhtelif sınamalar sonucunda doğrulanırsa kuram (teori) statüsünü alabilir ve temel taş niteliğine bürünebilir.” ( https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilim )
Yani hedef doğru, bu hedefe ulaşmadaki yöntem ise benim açımdan oldukça ikna edici gözüküyor fakat tabi sonuca çok kısa sürede istedikleri şekilde ulaşıyor olmaları da bir o kadar kurgusal. Günümüzde gözün evrimi ile ilgili gizemini koruyan birçok şey vardır ve bunlar bir ömre yetemeyecek kadar büyük bir çalışma gerektirecek gibidir.
Ian ve Karen evrimin aşamalarını en yalın şekilde gözlemlemek için gözün gelişmesini sağlayan Pax6 genine sahip olup görme yetisi gelişmemiş bir canlı bulmak ve daha sonra bu canlıyı mutasyona uğratarak göz oluşum evrelerinin oluşumunu bu canlı üzerinden takip etmek istiyorlar. Pax6 geni benzer şekilde tüm gözlü organizmalarda gözün gelişimini kontrol ettiği açıkca görülür gözün evriminin bu kökten geldiği düşünülür. Filmin kurgusunda Karen her ne kadar Pax6 geni ile %98 uyumlu fakat hiçbir şey görmeyen bir solucan keşfediyor ve bunun sonucunda gözün köktenci evrimini kanıtlıyor olsalar da gerçekte şimdiye kadar böyle bir canlı tespit edilememiş ve böyle bir kanıt sunulamamıştır.
Farklı gören organizmalardaki Pax6 geni benzerlikleri; http://www.evrimianlamak.org/e/A8e:G%C3%B6zler_10
Filmin ikinci yarısında ise gözün evriminde Ian ve Karen’ın örneklediği sonucun tersi yönünde bilinç düzeyinde başka bir araştırma yapılıyor. Dr. Simmons’ın deneyinde gözün hafıza ile bağlantısını ve dolaylı yoldan ruhun bir bedenden başka bir bedene dolaştığı teorisi araştırılıyor. Böyle bir araştırmanın gerçekte yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ama gerçekten yapılıyorsa bu konuda konuşacağımız çok fazla etik sorun var demektir. Öncelikle Dr.Simmon’ın kullandığı veri bankası dünya üzerindeki çeşitli yerlerden (gümrük muhafaza, hastane, şirket güvenlik vb.) 1 milyara yakın insanın biyometrik bilgisine erişebiliyor. Gerçekten korkunç bir mahremiyet ihlali. Araştırmanın çok fazla örnek ile pekiştirilmesi ve bir gerçek haline dönüştüğü ihtimalde de yaratılış inançları ve reankarnasyonla ilgili büyük bir kaos ortaya çıkardı. Kaldı ki filmde Dr. Ian bu araştırmayı kendisi de test etmeye çalışıyor ve doğruluğu ile ilgili niceliksel yeterli bir sonuç alamıyor.
Bizler ise filmin sonunda inançlarımız ile ilgili bir yol ayrımına getiriliyoruz. Son sahnede Ian ve partneri Karen’ın yaptığı deneyin sonucu mu yoksa asansörün önünde Ian’a sarılıp ağlayan küçük kız o Salomina’nın masum kalbine mi inanacağız?