Raymond Williams, sosyalist bir yazar, akademisyen, romancı ve eleştirmen. 1921’de Galler’de küçük bir köyde dünyaya gelmiştir. Babası bir demir yolu işçisidir. Bu yüzden İngiliz akademik elit ortamında bir “outsider (yabancı)” olagelmiştir.
Williams, Cambridge Üniversitesi’nde her zaman dışarıdan biri olduğunu dile getirir. “My Cambridge” adlı bir kitaba katkıda bulunması istendiğinde, denemesine şöyle diyerek başlar: “Benim Cambridge’im değildi. Bu, başından beri açıktı.”
Williams, Marx’ın diyalektik materyalizm görüşünü takip etmiş ve Marksizmin Ortodoks yorumundan uzaklaşmıştır. Var olan kültürel yapının da, maddi üretim ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin neticesinde olduğunu ileri sürmüştür.
Bu kitapta Williams, televizyonun kültürel biçimini şekillendirmede teknolojinin önemini vurgularken, McLuhan’ın “araç mesajdır” şeklindeki belirleyiciliğine de daima direniyor. Williams, araç gerçekten mesajsa, yapmamız veya söylememiz için bize ne kaldı? şeklinde eleştirisini dile getiriyor. Ardından şunu ekliyor; aksine, izleyiciler olarak tarihin ve teknolojinin yapmacık mantığını rahatsız etme, bozma ve dikkatini dağıtma gücüne sahibiz. Bu sadece televizyon günlük hayatımızın bir parçası olduğu için değil, aynı zamanda yeni teknolojilerin uluslararası şirketlerin egemenliği veya medya patronları dışında, kendini ve yeni politik ifade biçimleri için fırsatlar sunmaya devam ettiği için böyledir. Williams’ın bu kitapta yaptığı televizyon tarihi, kurumları, programları ve uygulamaları ve gelecekteki beklentileri hakkındaki analizi, günümüz araştırmacılarına önemli noktalar hakkında yardımcı oluyor.
“Bu kitabın amacı, bir teknoloji olarak televizyon ile kültürel bir biçim olarak televizyon arasındaki ilişkilerden bazılarını bulgulamak ve tanımlamaktır” (Raymond Williams).
Williams, dört yıl boyunca, 1968’den 1972’ye kadar BBC dergisi The Listener’a yazdığı makalelerin, bu kitabın arka planını oluşturduğunu söyler. Kitap ilk olarak 1974’de basılır ve daha sonra oğlu tarafından revize edilir ve tekrar tekrar basılır. Oğlu Ederny Wlliams, ikinci önsöz’de babasının ölmeden önce bu kitabı revize etmek istediğini belirtir. Ayrıca kitabın yazıldığı 1973’te bu yana pek çok şeyin değiştiğini ve babasının bugünün medya çevresini bu denli doğru tahmin ettiğini görmek onu şaşırttığını dile getirir. Şöyle der:
“Öngördüğü sorunlar ve argümanlar, o zamandan beri gazete manşetlerinde boy gösterdi ve teknolojik süreçteki ilerleme, o dönemde varsaydığından biraz daha ağır olmasına rağmen, çoğu halen kullanımda ya da ortaya çıkmak üzere.”
Kendisi kitaba birkaç not eklediğini ve 6. bölümü de yine kendisinin yazdığını belirtir. Babasının öngördüğü teknolojik gelişmelerin çoğu gerçekleşmiş olmasına rağmen siyasi ve kültürel sorunların halen devam ettiğini bu yüzden kitabın güncelliğini koruduğunu ileri sürer. Kitabın bölümlerine baktığımız zaman,
Temelde Williams’ın televizyon teorisi modeli üç ilkesel boyut içermektedir:
- Televizyon ve toplum-teknoloji ilişkisi,
- Televizyonun toplumsal tarihini teknoloji tarihi olarak irdelemek,
- Televizyon teknolojisinin kullanımının toplumsal tarihi.
TEKNOLOJİ VE TOPLUM
Williams, bu bölümde televizyonu belirli bir kültürel teknoloji olarak inceler ve onun gelişimine, kurumlarına, biçimlerine ve sonuçlarına eleştirel bir boyutta bakar. Bu bölüm üç başlık altında incelenir:
A) Teknoloji Ve Toplumdaki Neden ve Sonuç Uyarlamaları
Bu bölümde televizyonun dünyayı değiştirdiğine ilişkin genel ifade yeniden gözden geçirilir. Buna dair bazı saptamalar mevcuttur. Hepsi televizyonun dünyayı değiştirdiğine dair sıradan, yalın ifadelerdir. Bu saptamalar iki gruba ayrılabilir.
- Teknolojik Determinizm
İlk grupta, teknolojik determinizm yer alır. Buna göre, teknoloji, rastlantısal sonuçlara sahiptir, çünkü bu sonuçlar doğrudan teknolojinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Yeni teknolojiler, bir araştırma ve geliştirme sürecinin içsel bir sonucu olarak keşfedilirler. Teknolojinin, doğrudan ya da dolaylı, öncesinde tahmin edilebilir ya da edilemez tüm sonuçlan tarihin tamamı gibidir. Buhar makinesi, otomobil, televizyon, atom bombası hepsi de modem insanı ve koşulları oluşturmuştur.
- Semptomatik Teknoloji Görüşü (daha sonra belirlenmiş teknoloji görüşü olarak geçiyor)
Bu görüşe göre televizyon, diğer teknolojik ürünler gibi değişim sürecinin bir parçasıdır. Sosyal değişim diğer nedensel faktörlere dayanır. O, kimi teknolojileri ya da teknoloji birleşimlerini başka türden bir değişimin semptomları sayar. Öyleyse, özel bir teknoloji başka biçimde belirlenen bir sosyal sürecin yan ürünü gibidir.
Fark
Teknolojik determinizmde yeni teknolojilerin, bağımsız bir fanusta üretilip yeni toplumsal ve insani koşulları sonradan oluşturdukları varsayılır. Semptomatik teknoloji görüşü, daha önemsiz bir yolla olsa da, benzer biçimde araştırma ve geliştirmenin kendiliğinden üretildiğini farz eder. Williams’ın Görüşü ise şöyledir:
Teknoloji hiçbir şeyi belirlemez.
Televizyonun kendine özgü durumunda, onun yalnızca tarihini değil daha köktenci biçimde kullanımlarını da görmemize izin verecek farklı bir tür yorumun dış hatlarını belirlemeliyiz. Böyle bir yorum teknolojik determinizmden farklı olacaktır çünkü niyeti araştırma-geliştirme sürecine yeniden dahil edecektir. Aynı zamanda bu yorum semptomatik teknolojiden de farklıdır, çünkü bu amaçlar ve uygulamaların teknolojinin kenarda değil, merkezde olduğu bilinen sosyal gereksinimler, amaçlar ve uygulamalar gibi doğrudan oldukları görülecektir.
B) Teknoloji Olarak Televizyonun Sosyal Tarihi
Televizyonun gelişimi tek bir olaya değil, birtakım icatların ve olayların keşfine bağlıdır. Bu gelişim iki döneme ayrılabilir:
Ancak onun değişik bölümlerinin gerçekleştirilmesi başka amaçlar güdülerek yapılan icatlara bağlıydı.
Bir fikir olarak televizyon, bu gelişmelerin çoğuyla bağıntılıdır. Onu başlangıç aşamalarında foto-telgraftan ayırmak zordur. Williams’a göre televizyonun icadına kadar olan dönem boyunca kanıtlanmış iki gerçek vardır: Birincisi; televizyon sistemi tasarlanmıştı ve onu gerçekleştirme yolları aktif biçimde aranıyordu. İkincisi; elektrik jeneratörü, elektrikli telgraf ve telefonla karşılaştırıldığında bu dağınık çalışmaları bir araya getirecek çok az sosyal yatırım vardı. Örneğin bu yüzden geliştirilmiş hareketli resimlerin uygulaması, yerleşik bir yapı biçimi olan sinema salonunda başarıları kanıtlanıncaya dek, tipik olarak, yerleşik toplumsal yapılanmanın kenarında ek gösteriler yoluyla gerçekleşmiştir. 60’lı yıllarda sinema salonlarında filmden önce ya da sonra orkestralar (ünlü Mavi Işıklar) konser verir, kukla gösterileri vb. Yapılırdı.
Televizyon Teknolojisi Kullanımlarının Sosyal Tarihi
Modern iletişim teknolojisinin gelişimi ile yeni bir tür genişlemiş, hareketli ve karmaşık toplum arasında etkin bir ilişki vardır. Bu yüzden şunu diyebiliriz ki,
Telgraf, telefon ve erken dönemlerinde radyo, birincil bir iletişim sisteminin içindeki doğrudan doğruya kurulmuş ve gelişen bir askeri ve ticari sistemin gereksinimlerine hizmet eden ikincil etmenlerdir.
Radyo!
Televizyon radyonun geniş kitlelere ulaşabilme özelliğini ve program yapılarını, sinemadan ekranı ve anlatı özelliklerini, tiyatrodan diyalog, oyunculuk gibi özellikleri almıştır. Radyonun bazı program formatları dolaysız biçimde televizyona aktarılmıştır. Popüler radyo programlarının çoğu televizyonda da yayınlanmaya başlamıştır.
Mesaj aktarımı!
Belirli kişilere belirli mesajlar gönderme teknolojisi çeşitli mesajları kamuya yönelten bir teknolojiyle tamamlanmıştır. Televizyon burada önemli bir etkendir. Bu sayede kiliseler, okullar, meclisler ve iş yerlerindeki talimatlar gibi sosyal öğretim ve denetimi içeren ya da ona dayandırılan özel geleneksel kurumlar, aile içindeki iletişim biçimleriyle etkileşime girer. Bunun yanında siyasal gücün merkezileştirilmesi, resmi kanallardan başka yollarla bu merkezden mesajlar iletme gereksinimini doğurur. İlk gazeteler gelişen bir ticaret sisteminin genel (sosyal ve siyasal enformasyon) ve özel mesajlarından (seri ilanlar ve özel ticari haberler) oluşan bir birleşimidir.
İdeoloji Aktarımı!
İdeoloji aktarımı için de belirli geleneksel kurumlar vardır. Ancak haberler ve arka planın aktarımında büyük ölçüde geleneksel olan kilise ve okul kuramlarının karşılayamadığı yeni bir biçime açık bir gereksinim vardır. Bu durumda, bir yandan karar ve denetimde, bir yandan da oy kampanyaları ve sonra oy için yarışma şeklindeki bir pay savaşımı keskinleşirken; basın yalnızca yeni bir iletişim sistemi değil merkezi yeni bir sosyal kurum da olur.
Halkın İhtiyaçlarını Karşılama! – Yayıncılık
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir toplumun ve yeni bir yaşam tarzının birbirinden farklı gereksinimleri farklı iletişim yollarıyla sağlanır. Örneğin siyasal ve ekonomik bilgi için basın; sosyal, ailevi ve bireysel yaşam için fotoğraf; merak ve eğlence için sinema filmi; işle ilgili bilgiler ve bazı önemli bireysel mesajlar için telgraf ve telefon gibi. Yayıncılık, bu birbiriyle bağlantılı uzmanlaşmış formlar bütünü içinde ortaya çıkar.
Yayıncılığın ilk adımları radyo ile başlar. Televizyon sonradan yaratılan tanımlar ve kurumların içinde gelişir. Yayıncılığın arka planı sosyal, siyasal, ticari oyunlardan oluşur. Kitle iletişimi bu oyunun bir parçasıdır ve “kitleler”, yeni bir 19. yüzyıl aşağılama terimi olarak daha önceki güruh tanımı yerine kullanılır. Yayın sadece yeni bir faydalanma biçimi değil, aynı zamanda sosyal entegrasyonun ve kontrolün yeni güçlü bir biçimi oldu. İşte bu sebeple Williams, ‘kitle iletişimi’ tanımını, kontrol işlevinin rasyonelleştirilmesini ifade ettiği için reddetmektedir.
Yayıncılık ancak ticari kaygı/ amaç!
Kapitalist demokrasilerde dağınık tekniklerden bir teknolojiye yükselme atılımı, siyasal değil ekonomiktir. Böylece bir grup dağınık teknik aygıtı, önce uygulama, daha sonra da sosyal bir teknoloji halini aldığı ekonomik bir süreçten ayıramayız.
Önce içerik mi?
Önceki iletişim teknolojilerinden farklı olarak radyo ve televizyon öncelikle az tanımlı ya da tanımsız içeriklerle soyut süreçler halinde aktarım ve alım için tasarlanmış sistemlerdir. “Yayıncılık araçları arzı” talepten önce gelmekle kalmamış, aynı zamanda iletişim yolu da içerikten önce gelmiştir. Radyo üretiminin ilk aşamalarında aktarım, içerikten önce düşünülür. İçerikle ilgili ilerlemelerin çoğu 1930’larda radyonun ikinci döneminde yapılır. Alıcı ve verici şebekesi bir yan ürün olarak temel yayıncılık üretiminin araçlarını yaratır.
Aile – ev ve sosyal yaşantının etkilenmesi!
1920’lerde yeni makine türlerinin büyümesi, motosiklet, otomobil, fotoğraf makinesi ve benzerleri, elektrikli ev araçları ve radyo setlerinin endüstrisinin de gelişmesini içerir. Bunlar ev merkezli yaşam şekline öncülük eder ve destekler. Ücretler, çalışma koşulları, kentleşme hem ailevi yapılanmayı hem de sosyal yapılanmayı etkiler. Özelleştirilmiş ev için artan ölçüde başarılı yatırımlar yapılır, ayrıca bu evler ile toplumun belirli siyaset ve üretim merkezleri arasındaki sosyal ve fiziksel uzaklık büyür.
Ev için sinema mı?
Sinema sosyal tanımın daha önceki bir düzeyinde kalır; bir tiyatro türü gibidir. Yayıncılıksa aksine müzik, eğlence ve spor gibi geniş bir sosyal giriş alanı sunar. Bu genel girişin yani ev içinde olmanın avantajları, görsel aktarım ve alımın sinemadaki teknik avantajlarına fazlasıyla ağır basar. En basit radyo yayıncılığı sesle sınırlandırırken, sinemanın güçlü görsel iletişimi son derece yaygın bir seçenek oluşturur. Ancak, yayıncılık görsel olduğunda onun sosyal avantajlar için tercih edilmesi, var olan teknik yetersizliklerine üstün gelir.
Baskı aracı olan yeni teknoloji!
Yeni makineler kapitalist sanayi toplumunun belirleyici, baskıları ve sınırları dahilindeki bir tepkiler ve vurgular dizisinin uygulamalı teknolojisidir. “Eğer savaş araya girmeseydi, televizyon yayıncılığına geçiş büyük bir olasılıkla 1930’ların sonlarında ya da 1940’ların başlarında gerçekleşecekti” (Williams, 1974)
TEKNOLOJİNİN KURUMLARI
İlk gelişim Tipleri
BBC’nin doğuşu!
Rekabetçi üreticiler ile, posta idaresi ve ordu hizmet komiteleri arasındaki uzlaşmaya varılması güç görüşmelerden sonra; 1922’de belirli bir süre ve belirli koşullar altında radyoya program sağlayacak üreticilerle, posta idaresi ve hükumet arasında sağlanan anlaşma sayesinde BBC şekillendirilmiş oldu. BBC, yalnızca bir verici yayın istasyonu olmaktan çok, bir üretici olmanın zorunlu kıldığı kaynakları ve sürekliliğini hukuksal düzenlemesinin bir yan ürünü olarak elde etti. Yayın teknolojisi, çok karmaşık sosyal yapılara marjinal bir öge olarak sunulur.
Yayın denetimi ve kapitalist pazar!
Yayıncılık, yalnızca kapitalist bir toplumda geliştiği için değil, özellikle kapitalist teknolojik araç üreticilerince geliştirildiği için de belirleyici faktörler olmuştur. Yayıncılıktaki devlet denetimi, bilgi ve ideolojideki genel devlet denetiminin bir işlevidir. Faşist toplumlarda, devletin yayın denetimi siyasetin doğal bir aracıydı. Komünist toplumlarda ise devletin yayın denetimi halk gücünün garantisi ve aracı olarak mantıklı bir açıklamaya kavuşturulur.
Üretim kurumları, iki şekilde de doğrudan, araçların satışı ve reklam giderlerini sağlayarak, yayın kurumlarını biçimlendirir. Böylece yayıncılık camiası başlangıçtan beri rekabetçi bir yayıncılık pazarıdır. 1926’da şekillenmeye başlayan büyük şebekeler radyonun ve ileride de televizyonun tipik kurumları olur.
“Kamu hizmeti” ve “ticari kurumlar” ayrımı!
Televizyon kurumlarını başlangıçtaki temel gelişimlerini “kamu hizmeti” ve “ticari kurumlar” arasındaki bir karşıtlık ya da rekabet olarak özetlemek mümkündür. İngiltere’de bu doğal bir bakış açısıdır çünkü 1950’lerin ortalarında Independent Television Authority tek kamu hizmeti tanımı olan BBC ile başarıyla mücadele ve rekabet eder. Kamu hizmeti” “ticari” zıtlığı yalnızca kurumsal değil programcılıkla da ilgili bir öneme sahiptir. (4. Bölümde detaylı bir şekilde işleniyor). Buna karşılık kamu hizmeti kurumları temelde kâra yönelik değildir, dolayısı ile gelirleri neredeyse tümüyle yayıncılık hizmetinin üretiminin ve gelişimine ayrılır.
Günümüzdeki Gelişme Biçimleri
Bütün komünist olmayan ülkelerde yayıncılığın gelişiminde belirleyici unsur, 1950’lerden bu yana Amerikan iletişim sisteminin yayılması olmuştur. Bu olgu iki bağlantılı aşamada anlaşılmalıdır:
(1)Birleşik Devletler’de karmaşık bir askeri, siyasi ve endüstriyel iletişim sisteminin oluşması ve daha sonra (2) bununla doğrudan ilişkili olarak, bu sistemin diğer bütün ulaşılabilir devletlerin yayıncılık sistemlerine girebilmek için işletilmesi. Ayrıca “devlet tekeli” ile “bağımsız yayıncılık” arasında bir seçim olarak tanımlanan olayların çoğunda, Amerikan menfaat odakları ile yerel ortaklarının ve güçlü uluslararası reklam şirketlerinin aldatmacası yatmaktadır. Televizyon, içinde ulaşılabilir eğlence, reklamcılık, genel siyasal ve kültürel etkinin tek bir “ucuz” paket içinde sunulduğu bir pazar yaratır.
Televizyonun ticari karakteri nasıldır?
Televizyonun ticari karakteri birkaç düzeyde anlaşılmalıdır:
- Bilinen bir pazarda kâr elde etmek için program yapımı,
- Bir reklamcılık kanalı,
- Kapitalist toplumun normlarıyla doğrudan şekillendirilen ve onlara bağlı olan siyasal ve kültürel bir biçim,
- Tüketim mallarının ve onlara dayalı bir “yaşam tarzının hâkim kapitalist gücün siyasal bir projesi olarak uluslararası düzeyde organize edilen bir ethos (adet) içinde satışı gibi unsurlar TV’nin karakterini belirler.
TELEVİZYONUN BİÇİMLERİ
Bu bölümde şu hipotez desteklenir: Televizyon teknolojisi ile kültürel ve sosyal aktivitelerin diğer türleri arasında karmaşık bir etkileşim vardır.
Önceki Biçimlerin Kombinasyonu ve Gelişimi
Haberler
Biçim olarak, yayınlanan haber bülteni ile gazete arasındaki ilişkiler karmaşık hal almaktadır. dört başlık altında değerlendirilecek.
-
Dizim
Televizyon öncesi sıradan bir gazetenin basılı sayfası, bir konular mozaiği oluştururdu. İlk gazeteler sütun taksimi ile belirli bir sıra izlerdi. Bir gazete sayfasını okuma eylemi, bir göz atıp taramayı ve daha sonra gazetedeki derleme konu alanları arasında okuyucunun ilgilendiği konunun seçimini içerirdi. Ancak yayıncılıkta en basit sunuş kipi, zamanda doğrusaldır. Öte yandan manşetler haber bültenlerinin başında verilir. Bültenin sonunda ana noktaların tekrarı da yine yaygındır, ancak evrensel değildir.
-
Öncelikler
Mozaik bir gazete sayfasının kendisi, dikkat çekme ve önemi göreceli olanları işaret etme tekniklerine sahiptir. Yayınlanan bir haber bülteni ise öncelik ve dikkati, daha belirgin bir editör denetiminde tutmak eğilimindedir.
-
Sunuş
İngiltere’de II. Dünya Savaşına kadar yayın sunucusu anonim emredici (yönetici sınıfa ait) bir sestir. Günümüzde BBC’de az kullanılmasına rağmen “….ile haberler” şeklinde spikerin adını ve haberleri içeren formül kullanılır.
BBC’de yorumlama -olayı anlatma- sunucudan kesin çizgilerle ayrılmıştır ve yerel tarafsızlık genelde desteklenmesine rağmen, uzman “muhabir” sonuçta editöryal bir yorum ya da bakış açısı vermek için takdim edilir.
-
Görüntüleme
Haberlerin gerçek içeriğinin çoğu, görüntüsel sunuşun gerçekleri tarafından değiştirilmiştir.
Haberlerde görsel sunumla sözlü yorum arasındaki uyuşmazlık!
Williams, haberlerde kameranın çoğu zaman, sözlü yorumu gereksiz kılacak biçimde normatif bir bakış açısına sahip olduğunu söylemektedir: Örneğin bir sivil kargaşa ile ilgili görsel haberde kameranın taşlanan polisin kafasına odaklanmasıyla göz-yaşı gazına maruz kalan göstericilere bakması arasında önemli bir fark vardır. Birincisi şimdiye kadar alışıla gelmiş olandır ve yorumda sıkça denenmiş ‘vasat’ görüştür. Görsel olarak nadiren mevcut olan, yorumun ‘tarafsızlığını’ esasen soyut kılan gerçektir.”
İngiliz ve Amerikan televizyonları arasındaki önemli bir fark!
Bu bağlamda İngiliz ve Amerikan televizyonları arasında önemli bir fark belirtilmelidir. İngiliz haber bültenleri anında sunuşun ötesinde, daha yoğun görüntüsel materyal kullanmaktadır. Bunun aksine Amerikan bültenlerinde bu tür görüntülemenin en açık olanakları -film ya da fotoğraflarla olsun- sanki kasten ihmal edilir. Williams buna “görüntülü radyo” diye sesleniyor.
Tartışma ve Görüşme
Televizyonun, kamusal tartışma ve görüşme biçimlerini dikkate değer bir ölçüde genişlettiği açıkça gözlemlenir. Bazı hizmetlerde, karşıt ya da azınlıktaki görüşler düzenli ve gerçek bir şekilde dışlanır.
İngiliz ve Amerikan karşılaştırması!
İlk bakışta, Amerikan televizyonu kamusal tartışmalara çok daha açıktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde senato oturumlarından yerel okul yönetim kurullarına kadar çok miktarda kamusal oluşum yayınlanır ve televizyonda gösterilirken; İngiltere’de parlamentoya ilişkin herhangi bir işlemi televizyonda göstermenin ya da yayınlamanın tekrar tekrar reddedilmesi ikisi arasındaki önemli bir farklılıktır. Ayrıca Günümüz (1973) Amerikan televizyonun da bu programların çoğu kamu hizmeti yayıncılığı yapar ve karakteristik olarak görüşmecinin ya da sorgucunun kişiliğiyle sunulur. İngiliz cephesinde ise programlar, geniş bir alana yayılmakla kalmaz, aynı zamanda bağımsızdır – aktarılan, erişimden ziyade sabit düzenlenmiş bir hizmettir.
Kamusal ama Görünüşte!
TV görünüşte kamusal bir biçimdir. Televizyonun bu kullanımları, siyasal sürecin, gerçek seçmenlerini haberdar etmesine önemli ölçüde hizmet eder. Ancak biz, kendimizden ayrı bir işlem izliyoruz; daha sonra, sessiz olmasına rağmen, tepkimizi bağımsızca da gösterebiliriz, bu tepki ancak ekran ardında kalır.
Aracılı tepki!
Öte yandan siyasal bir olayın tepki ve sorgulama düzeyi televizyonlar aracılığıyla bizler için temsil edilir. Yalnızca kararlar ve olaylar değil, aynı zamanda onlara karşı oluşturulmaya çalışılan tepkiler de, hazırlanmış ve aracılı bir şekilde belirir. Onları seçmemiş olmamıza rağmen bunlar açıkça “bizim” temsilcilerimizin tepkileridir. Örneğin siyasal bir tartışmada mevcut bulunan konuk seyirci tepkileri.
Eğitim
Konferans, ders, tanıtım ve sınıf eğitimi eğitimsel uygulamanın elinden alınarak televizyona verilmiştir. BBC, IBA ya da American Public Television’un [Amerikan Kamu Televizyonu] okul programlarında veya İngiliz Open University’de [Açık Üniversite] olduğu gibi gelişkin bir eğitim hizmeti, televizyonun doğru kullanımlarından bazılarının önemli bir gösterimidir.
-
Drama
Özellikle savaş sırasında sonrasında İngiltere’de, radyo tiyatrosunda önemli bir gelişme olmuştur ve bu, teatral biçimlerin doğrudan yayınla aktarımından daha fazla bir şeydir.
Abartı ve Tekrar!
Televizyonun sunduğu dünya, gerçekliğin abartılı olarak basmakalıplaştırılmış, kurgulanmış bir kopyasıdır ve simgeseldir. Bu simgesel dünyada monoton tekrarlardan oluşan gerçeklik dramatize edilerek abartılır, izleyiciyi heyecanlandıracak ve dikkatini çekecek şekilde sunulur. Televizyonun teknik yapısı başka bir deyişle doğasıyla beraber dramanın özellikleri de bu abartmaya olanak sağlar. Aslında drama gerçekliğin abartılmış yeniden üretilmesi sanatıdır ve bu sanatta televizyonun doğasına uygundur. İzleyiciler sürekli tekrarlanan bu dramatize edilmiş dünyayı gerçek sanır. Bunun sonucu olarak da televizyon zaman içerisinde en etkili toplumsallaştırma aracı haline gelmiştir.
Fırsata Çevrildi!
Yayın ortamının sınırlamaları gibi görülenler, dramatik yaratıcılığın farklı türleri için fırsatlara dönüşmüştür. 1950’lerin ortalarına kadar -yani televizyon dramasının ana bir biçim olduğu döneme kadar- bu eğilimlerden her biri ana gelişimlerini sinemanın kendi içinde sürdürdü.
TV ile artan drama gösterileri!
Çabucak geniş bir izleyici kitlesine gösterilebilen nispeten ucuz maliyetli televizyon oyunu, kültürel olasılığın yeni bir boyutunu temsil eder. Televizyon yaygınlaştığından bu yana dünyanın birçok bölgesinde, insanın kültür tarihinde daha önce hiç görülmeyen ölçekte ve yoğunlukta drama gösterimi olmuştur.
Dizi ve seriler ile artan bağlılık!
Dizilerin son yıllardaki artışı çok büyük olmuştur. Diziler ve serilerin, hem haftalarca doldurulabilecek bir zaman aralığı olma, hem de dizi ya da serilerdeki süreklilik ögelerinin mevcut bir kanala bağlılığı teşvik etme avantajı vardır. Çok sayıda oyun yazarı şimdi dizi ya da seriler için bölümleri, tek oyunlardan daha sıklıkla yazmaktadır. Bu dizilerde polisler ve dedektifler, kovboylar, doktorlar ve hemşireler, izlenen insan tiplerinin ezici bir çoğunluğunu oluştururlar.
Kısaca, dramatik anlatımlarım ve öykülemelerin büyük bir kısmı izleyicinin kendisini özdeşleştirebileceği bireylere odaklanmaktadır. Aynı şekilde televizyon dizilerinde ve filmlerinde öykülerin karmaşık problemlerin sihirli bir şekilde çözülmesiyle sona ermesi, izleyicinin karmaşık toplumsal problemlerle uğraşma biçimlerini etkileyebilmektedir.
Filmler
Televizyon, sinema seyircisinin azaldığı bir dönemde yaygınlaştı; bu gelişim genelde bir neden sonuç ilişkilidir. Yani, televizyon programcılığının bir kaynağının da, o zamana kadar yapılan geniş film repertuvarı olduğu açıktır. Sinema ile televizyon arasında dramatik anlatı bakımından büyük benzerlikler bulunmaktadır.
Sinema ve TV farkları!
Ancak, sinema iletişim yolu ile televizyon iletişim yolu yalnızca görünüşte birbirlerine benzer. Temel oluşum açısından pek çok benzerlikleri vardır, ancak aktarımda sonuçlar köklü bir biçimde farklıdır.
En açık faktör, ekranın ölçüsüdür; belirli durumlarda bu ölçü farkı, diğer durumlarda seyircinin boyutları kendisine göre ayarlamasına rağmen, görüntünün etkisini köklü biçimde değiştirebilir. Savaşın ve fırtınanın, anıtsal yapıların ihtişamının ve çok yakın çekimlerin görülmeye değer efektleri daha küçük bir ekranda ya tümüyle kaybolur ya da azalır. Doğaldır ki, sinema perdesinde izlediğimiz bir film, sıradan bir televizyon ekranında izlendiğinde görüntü kalitesinin çoğunu kaybeder.
İkinci fark, film ekranıyla karşılaştırıldığında değişen, televizyonun farklı ışık kalitesidir. Birleşik Devletler arasında bazı küçük farklılıklar vardır, çünkü pek çok kişinin deneyimine göre İngiltere’de televizyon ekranı daha berrak, daha parlaktır ve görüntü çizgileri daha keskindir.
Sinema filmindeki ışık ve gölge kompozisyonlarının çoğu, sıradan bir televizyonun daha karanlık, bulanık ya da titrek ekranında kaybolur. Sinematik kompozisyonların çoğunun düzlem ve perspektifleri karakteristik olarak yeterince yansıtılamaz. Diğer yandan filmlerin televizyon ağı yoluyla dağıtımı ile sinema dağıtımı arasında türsel farklılık vardır. Bu mutlak gibi görünmesi gereken avantaj, iki faktörle sınırlanır: daha önce üzerinde durulan teknik sınırlamalar ve ticari dağıtım sözleşmelerinin çoğunun karakteri.
Varyete
Varyete, birbirleri arasında ilişki bulunmayan şarkı, dans, hokkabazlık, temsil gibi tiyatro oyunlarının yer aldığı gösterilerdir. Daima “dramayla” çelişen pandomimin farklı ve görülmeye değer biçimleri ile gösteri -tabii ki pek çok karışık örneğe rağmen- varyetenin ilk biçimleri arasındadır.
Önce varyete tiyatrolarında sonra müzikhollerde gelişen kültürel karışım çok çeşitli biçimlerde televizyonun önemli bir parçası için örnek olmuştur. Müzikhol, her zaman, farklı bir söylem türünü içermiştir (ve varyete tiyatroları da bunu temel almıştır); bu türde gösteriş, lüks ve ihtişam kasten, nispeten aşağı ve yoksul izleyicilere sunulmuştur. Tüm profesyonel eğlendiricilerin tüm geleneksel türleri, yeni bir yuva bulmuştur; bu alanlarda, müzikholden televizyon ekranına gerçek bir geçiş olmuştur.
Spor
Televizyon, “izleyici sporları”nın iletişim yolu ve muhtemelen de nedenidir. Bunlar arasında spor” futbol, golf, tenis vb. gibi oyunlar yer alır. Aslında atletizm adı altında genelleyebileceğimiz koşu, atlama ve fırlatma gibi eski beceriler, önceki toplumların çoğunda düzenlenen festivallerin merkezini oluşturan “izleyici sporları”dır. Modern anlamda izleyici sporlarının gelişmesi endüstriyel bir kent dönemi kültürüne aittir. Öte yandan spor, reklam sponsorluğu için de kullanılmıştır. Bu yüzden spor için televizyon biçimlendirici bir unsur olmuştur. Aynı zamanda, televizyondaki en iyi sürekli spor programlarından bazıları, ayrıntılı yakın çekimleri ve bakış açılarının çeşitliliğiyle, bize fiziksel hareketleri izlemede yeni bir heyecan ve yakınlık, hatta farklı bir türün yeni görsel deneyimini vermiştir.
Reklamcılık
Reklamcılık kent toplumu kadar eskidir, ilk kapitalist toplumlarının genişleyen ticaretinin içinde artmıştır. Reklamcılık gazetelerde, yol kenarlarındaki panolarda ve duvar panolarında yayıncılığın başlangıcından önce de ana bir özellik olarak yer alır. Aynı zamanda reklamcılık, televizyon ve radyonun finanse edildiği ana kaynak olduğu kadar, onların çevresinde kurulduğu da bir kaynaktır.
Televizyonu, reklamlarla kesilen bir program gibi görmekten çok, içinde reklamların ayrılmaz bir parçayı oluşturduğu ardışık bir düzen gibi görmek, tabii ki olanaklıdır. Genellikle yerel ve bölgesel televizyon reklamlarının çoğu eski bir reklamcılık türüne aittir. Şebekeleştirilmiş reklamcılık ise farklıdır; bazı bilgileri içerir ancak, bu bilgileri diğer iletişim yolu kullanımları için araçsallaştırır: örneğin;
- Tek bir markanın insanlar için, drama yöntemiyle ürüne yönelik duygu, heyecan, hoşnutluğun duyumsanmasını sağlamak (reklam filmleri)
- Eğlence teknikleri, güncel şarkı türleri ve dans, övgüler ve çağrışımlar üretmek (güncel şarkıları –sözlerini reklama uyarlamak)
- İçine ürünün yerleştirildiği spor, eğlence ve gezi resim dizileri (futbol, basketbol müsabakaları)
- Televizyon yıldızlarının, kendileri ya da canlandırdıkları karakterler olarak, ürünleri övmek ya da kullanıldığını göstermek üzere kullanımı (Kim en çok izlenen dizinin başrolü ise ona reklam filmi çekilmesi ya da bir markanın rolü yapılması: ‘head and shoulders’ reklamı ve her yıl değişen oyuncular)
Sonuç olarak, reklamlar araçsallaştırılan baskın bir kültür oluştururlar.
Eğlenceler
Elektronik kitle iletişim medyasının ortaya çıkışıyla bir sosyal etkinlik olarak eğlence ve oyunun doğası da değişmiş, eğlence ve oyun bir katılım faaliyetinden bir görsel gösteriye dönüşmüştür. Birleşik Devletler’de İngiltere’den daha fazla olmakla beraber, şaşırtıcı miktarda televizyon, oyun ve eğlencenin daha önceki biçimlerinin uyarlamalarını içerir. Aslında ortadan kalkmış olan pek çok salon oyunu, televizyon şovları şeklinde tekrar oluşturulur. Çoğu durumda, değişiklik, daha önce bir grup ya da aileye ait olan faaliyetin neredeyse tümüyle kamuya sunulmasını içerir. İzleyici kitlelerin kamusal toplantı mekânlarından kendi özel alanlarına çekilmesi yalnız eğlencenin doğasını değiştirmekle kalmamış, hayatlarımızı yaşayış biçimimizi de değiştirmiştir.
Bu şovlarda büyük miktarda artan ödüller vardır. Birçok reklam düşünce yapısı ve gelenekleri ile pahalı ödüller ya da büyük miktarda para için oynanan basit oyunlar arasında doğrudan kültürel bir bağ vardır.
TV’de Karışık ve Yeni Biçimler
Williams’a göre televizyonun büyük ölçüde var olan biçimlere dayandığı ve onun asıl yeniliğinin niteliksel olduğu kadar niceliksel olduğu da açıktır. Ancak, biçimlerdeki önemli yeniliklere, televizyonun öncülük ettiği olası bazı yenilikleri de eklememiz gerekir.
Drama Belgesel
Televizyonda anlatılan kurmaca dünyayla gerçek hayat arasındaki sınır giderek daha az belirgin hale gelir. Televizyonda izlediğimiz kurmaca dünyalarla gerçek arasındaki sınırın ayırdında olmak televizyonda temsil edilen dünyaları alımlamamız üzerinde etkilidir. Bu durumda aracılık söz konusudur, yani, neyin süregeldiği, yönetmenlerce, kameramanlarca, muhabirlerce seçilip sunulur. Böylelikle gerçekçi haberle, dramatik sunuş olarak sınıflandırılan arasında asli bir kesişme var olur. Asıl olan neyin gerçek olduğunu saptamaktır. Ancak örneğin haber aktarımında tarafsız bir muhabir çoğu zaman gereklidir.
Görüntüyle Eğitim
Televizyonun erişimi ve geniş faaliyet alanıyla mümkün kıldığı bu tür uygulamalar, biçimsel eğitimin kendisindeki en cesaretlendirici metotların bazılarıyla doğrudan ilişkilendirilir. Bu yöntemler, diğer eğitim türlerinin yerini almaz, ancak onlara eklenir ve bazı durumlarda onları açıkça yenileştirici bir tarzda niteliksel olarak değiştirir.
Tartışmalar
Söylenenin değil, kimin tarafından söylendiğinin önemli olduğu talkshow’lardır [sohbet programları]. Bu tür tartışmaların en iyileri radyoda gelişmekle birlikte, televizyon, kimi zaman ona gerçek bir boyut eklemiştir.
Özel Programlar
Televizyondaki en iyi çalışmaların bazıları deneme, haber ve belgesel filmi birleştirip bünyesinde toplayan bir türe aittir.
Sekanslar
Sekans bir ya da daha çok sahne içinde geliştirilerek olayın bir parçasını veren film bölümüdür. Amerikan televizyonunda, alışılmadık ölçüde kısa birimler ve temelde reklamlarca belirlenen ardışık görünen sahneler (Susam Sokağı) gibi ilginç yeniliklerdir. Raymond Williams, Avrupalı bir seyirci olarak Amerika’ya gidişini ve orada ilk defa aralarında geçişlerin pek fark edilmediği reklâm ve program yoğunluğuyla karşılaşmasını şöyle ifade ediyor:
Konusu San Francisco’da cinayet olan bir film, aşırı bir kontrpuan biçiminde düzenlenmiş olarak sadece deodorant ve hububat reklâmları değil aynı zamanda Paris’te geçen bir aşk hikâyesi ve New York’u harabeye çeviren tarih öncesi bir canavarın birden ortaya çıkışıyla iç içe akıp gitti. Her şeyin ötesinde bu yeni bir sekans anlayışıydı.
Televizyon
Sonuç olarak televizyonun yenileyici biçimlerinden birinin de, televizyonun kendisi olduğunu söylemek ironiktir. Williams’ın sözleriyle: “Onu teknolojinin kendi birincil ve artan öneme sahip olabilecek süreçlerinden biri olarak görüyorum.”
“Ve geçmişte bunu tanımlamaya ve açıklamaya uğraştığımda, yalnızca ressamların benimle aynı fikirde olmalarını önemli bulmuştum”
PROGRAMCILIK: DAĞILIM VE AKIŞ
Burada farklı programcılık türlerinde bu farklı biçimlerin seçimi ve ilişkileri incelenir. Öte yandan “akış” kavramının, istatistiksel “dağıtım” kavramının ötesine bakılır. Williams da, “akış kuramını” Amerika’da yaşadığı bir haftalık deneyimin ardından oluşturmuştur. Burada seyrettiği ticari kanallarda, özellikle filmlerin sıklıkla aralarla bölünmesi, O’na bu yayıncılık tekniğini İngiltere’deki televizyon kanallarıyla karşılaştırma olanağı vermiş ve konunun üzerine daha bilinçli olarak gitmesiyle birlikte “akış kuramı” sosyal bilim literatüründeki yerini almıştır.
Beş Televizyon Kanalında Karşılaştırmalı Dağılım
Hepsi Mart 1973’te bir hafta incelenmiştir.
- BBC 1- İngiliz
- BBC 2-İngiliz
- KQED – ABD
- Anglia- İngiliz
- Channel 7- ABD
Kullanılan Kategoriler
- Haberler ve Kamusal Olaylar
- Filmler ve Belgeseller:
- Eğitim:
- Sanat ve Müzik:
- Çocuk Programlan
- Drama
- Filmler
- Genel Eğlence
- Spor
- Dini Yayınlar
- Tanıtım (iç)
- Reklamlar
Listelenen beş istasyonun üçü kamu hizmet kanalı (BBC 1, BBC 2 ve KQED), ikisi ticari kanaldır (Anglia, Channel 7).
Tablo 1: Programların Kategorilere Dağılımının Karşılaştırmalı Oranlan
Tablo 2: Kategorileştirilen programlar ve her iki ülkeden kanallar arası fark
İngiliz ve Amerikan Karşılaştırması!
Karşılaştırma Amerikan ve İngiliz temelinde yapılırsa, Amerikan ticari kanalı Channel 7, İngiliz karşılığı Anglia’ya göre baskın ticari dağılımın daha yetkin bir temsilcisidir. Buna karşın, Amerikan kamu hizmeti televizyonu KQED, daha belirgin düzeyde bir kamu hizmeti tipidir ve bu anlamda da, kamu hizmeti tipi İngiliz benzerlerinden “daha az genel” bir yayın hizmetidir. Amerikan kamu ve ticari kanal ayrımı İngiliz olanlardan daha keskin bir uçurumdadır.
Sekans ya da Akış Olarak Programlama
Williams’ın akış kuramına göre gelişkin yayıncılık sistemlerinin tümünde karakteristik düzenleme ve deneyim ardı ardına dizilişten ya da akıştan oluşur. Bu planlı akış olayı, bir teknoloji ve bir kültürel biçim olarak yayıncılığın tanımlayıcı karakteristiğidir.
Yayıncılıktan önce tüm iletişim sistemlerindeki asli parçalar farklıdır. Öncesinde bir kitap ya da bir broşür, belirli bir parça olarak alınıp okunurdu. Bir toplantı, belirli bir yerde ve zamanda yapılırdı. Ancak yayıncılıkla bu farklı bir boyuta evirildi. Yalnızca bu ve buna benzer olayların tek bir işlem düğmesiyle ev içinde izlenebilir olması değildir; sunulan gerçek programın, bu olaylar ile başka benzer olayların bir dizimi ya da farklı dizimleridir ki bunlara, sonradan, tek bir boyutta ve tek bir işlemle ulaşılabilir.
Dağınık birim olarak düşünülen çoğu konu, programlarda toplanır ve hizmet yaygınlaştıkça, artan düzenlemelerle “program”, bir zamanlanmış birimler dizisi haline gelir. Her bir birim ayrıca düşünülebilir ve programcılık çalışması bu birimlerin dizisel bir toplamı haline gelir.
Zamanlanmış birim-ler dizisi!
Radyo ya da televizyondaki bir yayın programı, halen genelde bir zamanlanmış birimler dizisidir. Televizyon yayın servisleri hakkında bilgi vermek için basılan tüm yayınlar, halen bu biçimdedir: belirli bir “gösteri”nin ya da “program”ın saatine bakabilir, böylelikle televizyonu, o ‘program’ ya da ‘gösteri’ için açabiliriz, yani seçebilir ve farklı tepki gösterebiliriz.
Peki Ara-lar!….. Ticarileşti!
Yayıncılık hizmetinin ilk dönemlerinde, hem radyoda hem de televizyonda program üniteleri arasında ara olurdu. Yani genellikle birtakım geleneksel sesler ya da resimlerle yayının halen devam ettiğini gösteren aralar bulunurdu. Fakat şimdi işletilen biçimiyle, televizyon servislerinin çoğunda, “ara” kavramına köklü bir biçimde yeniden değer biçilir, ticari reklamlarca yeniden finanse edilir. Haber programları, oyunlar, hatta sinemalarda özel bir bütün olarak gösterilen filmler bile, reklamlar için kesilmeye başladı. Amerikan televizyonunda bu gelişim farklıdır; sponsorlu programlar daha başlangıçta, kaynak düşünceden bu yana reklam program paketinin bir parçası haline getirilmiştir.
Normalde bizi filme bağlamak için, filmin ilk 20-25 dakikası gösterilir; sonra 4 dakika reklamlar, sonra 15 dakika film ve yine reklamlar; bu böylece düzenli olarak reklam arasında filmlerle devam eder, çünkü bizim bu zamana kadar filmle ilgilendiğimiz ve filmi sonuna kadar izleyeceğimiz varsayılır. Bunun yanında başka bir film, fragman biçiminde araya sokulmaya başlanır ve bu yeni anlamda bir sekanstır.
Reklama göre düzenlenen sahneler!
Televizyon “programları”nın çoğu, planlama aşamasından başlayarak, bu gerçek akış akılda tutularak yapılır. Kısa oyunlar, mantıklı bir biçimde “sahnelere” bölünür. Konulu sinema filmleri de aynı biçimde “parçalar”a bölünür.
Artan fragmanlar!
Ancak akış etkisi, program politikasının ana öğesi olmaya yetecek kadar geniş etkilidir ve bu akşam akışını desteklemek için artan program fragmanları sıklığının sebebi budur. Amerikan kanallarında olduğu gibi daha şiddetli rekabet koşullarında daha sık fragman vardır.
A filmini değil, televizyon izlemek!
Sunulan akış, belki de özünde televizyon deneyiminin kendisiyle de ilişkilendirilebilir. Zaten belirtildiği gibi, çoğumuz bu deneyimi tanımlarken, “haberleri”, “bir oyunu” ya da “bir futbol maçını televizyonda” izlediğimizi söylemek yerine, yalnızca televizyon izlediğimizi söyleriz.
TV başından ayrılamamak!
Yine çok yaygın şekilde, televizyonu kapatmaya zorlandığımızı pişmanlıkla kabul ederiz; belirli bir “program” için açtığımızda bile kendimizi tekrar tekrar bundan sonraki ve daha sonraki programı izlerken buluruz. Akışın belirli aralıklar bulunmayan düzenlenme biçimi de zaten bunu destekler.
Vakit değil Vaat..
Biz koltuktan kalkacak enerjiyi toplamadan önce başka bir şeyin içinde olabiliriz ve çoğu program da bu durum akılda tutularak yapılır: yani önce dikkatin çekilmesi ve eğer izlemeye devam edersek heyecanlı şeylerin geleceğine dair vaat söz konusudur.
Akşam Eğlencesi
Çok yakın zamana kadar İngiltere’de televizyon, temelde, gün ortasında sunacak pek bir şeyi olmayan bir akşam eğlencesiydi; sabah ve öğleden sonra saatlerinde, hafta sonlan hariç, okullar ve benzeri yayınlar için kullanılırdı. Şimdi genel türdeki sabah ve öğleden sonra programlarında hızlı bir gelişme vardır. Sürekli bir akış ve kararmayan bir ekran! Aynı zamanda pek çok alternatif programdan oluşan bu akışa bir düğmeyle erişilebilir.
Akış Analizi
Williams’a göre gelişen teknoloji akışının etkinliğini daha da arttırmaktadır; özellikle kablolu ve dijital yayıncılık, uzmanlaşmış kanallar, vs. gibi yenilikler bireyin “akış” karşısındaki direncini yumuşatan ve bu “düzeneğin” tahakkümünü pekiştiren unsurlar olarak dikkat çekmektedir. Williams’ın fevkalade betimlediği gibi, aslında “akan” sadece farklı program türleri değildir; belirli bir kültürün ve değerlerin akışıdır. Televizyon akışı örneklerine üç farklı ayrıntı sırasıyla bakabiliriz:
Farklı türlerin, reklâm hikâyelerinin ve fragmanların birbirine karışması ve karşılıklı etkileşiminden yeni bir televizyon metni oluşmaktadır. Yeni oluşan bu metin, belirli bir kültürün birbiri içine akan ve birbirine dönüşen anlamlarını ve normlarını temsil etmektedir. Akışın bu şekilde tecrübe edilmesi Williams için televizyon tecrübesini oluşturmaktadır. Bu şekilde bir akış yalnızca televizyon için karakteristiktir ve diğer herhangi bir medya tecrübesi ile karşılaştırılması mümkün değildir:
“Bu iki oyunu, iki gazeteyi, iki veya üç magazini okumayı, değişiklik olsun diye aynı günde bir şov, bir konferans ve bir futbol maçı seyretmeyi tasvir etmeye benziyor”
TEKNOLOJİNİN ETKİLERİ VE KULLANIMLARI
İletişim Sistemlerinde Neden ve Sonuç
Televizyon popüler bir sosyal biçim haline geldiğinden beri, etkilerine dair kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Bunların en önemli özelliği iletişim yolunun yalıtımıdır. Yalıtılmış bir iletişim yoluna özgülenemeyeceği bir türe ait olan belirli, seçilmiş konulardaki dikkatin yönüdür -bir yanda ‘cinsellik’ ve ‘vahşet’ öte tarafta ‘siyasal hileler’ ve ‘kültürel yozlaşma’- televizyon bu konulara dayandığı sürece, tüm bir sosyal ve kültürel süreç içinde görülmelidir.
İdeoloji
Televizyonun etkileriyle ilgili araştırmaların bir bölümü de, genel değişimi, ayrılmış ve soyutlanmış bir neden izleyerek yorumlama yolu biçiminde, bir ideoloji olarak görülmelidir. Williams, ideolojinin üç temel kullanımını şöyle belirler:
İletişimin etki ve çıkarları?
Laswell’in kim, ne, nasıl, ne için, ne etkiyle olan sorusunu ‘kim, ne, nasıl, ne için, ne etkiyle ve amaçla söyler?’ şeklinde yeniden ifade ettiğimizi varsayalım. Bu en azından dikkatimizi genel geçer sorunun dışarıda bıraktığı iletişim etkilerine ve çıkarlarına yöneltir. Ancak bu dışlama kazara değil, sosyal ve kültürel süreçleri ‘sosyalleşme’, ‘sosyal işlev’ ya da ‘birbirini etkileme’ gibi kavramlarla soyutlayan genel, sosyal bir modelin parçasıdır.
Kitle
“Kitle” sözcüğü, gerçekte, modern iletişim sistemlerinin içinde işlediği çekişmeli gerçek sosyal sorunların tümünü içerir. Williams, özellikle Marksist teorisyenler tarafından bilinçsiz, pasif ve edilgen bir kütle olarak tanımlanan kitle sözcüğüne de mesafeli yaklaşmakta ve bizzat kendi sözleriyle “kitle kültürü” teriminin her zaman karşısında yer almaktadır. Williams’a göre “kitle ve kitleler” sözcükleri, “yığın”dan, “kalabalık”a, “ayaktakımına” kadar çeşitli anlamlara gelen belirsiz sözcüklerdir. Bu terimler, kullanılan kişi tarafından pekâlâ manipüle edilebilen, belirsiz anlamları içermektedir.
Etkilerle İlgili Bazı Araştırmalar
Örneğin televizyonun yönetim ve denetimini ellerinde bulunduranlar, şiddet sergileyen programlardan elde edilen kâr tarafından yönlendirilen duygusuz ve hırslı kişilerdir.
“Televizyon şiddeti ilgi çekici olur.”
Ancak bu “toplumca tasvip edilmemek” ve ana sosyal iletişim sistemince sürekli sunulmak arasındaki garip ilişkiyi açıklamaz. Peki, bu durumda, Televizyon organizasyonlarının, olağan sosyal yapının dışında olduğunu mu varsaymamız gerekiyor? Ancak araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde, televizyonun denetimi ve sahipliği; temel olarak genel sosyal denetimin, sahipliğin ve (kısmen) otoritenin bir özelliğidir.
“Bu toplum şiddete dayalı davranışı teşvik ediyor; bu davranış, sürekli o toplumun temel iletişim sistemi olan televizyonda temsil edilip sunuluyor,” demek mantıklı olacaktır.
Ancak gerçek şudur ki, iki varsayım da geçerli olmaz. Bizim, gerçekte yüz yüze olduğumuz, sosyal sistemin kendisinin içinde taşıdığı bir çelişkidir. Ve demek ki, temel bilimsel dikkatimizi yöneltmemiz gereken bu çelişkinin sosyolojisi olmalıdır. Kısaca, televizyonun etkilerine dair bir araştırmada, alanı ve yönetimi belirleme eğilimi gösteren belirli bir kültürel model vardır. Televizyon olayında bunun özel önemi, belirli bir kültürel sistemi –teknolojinin amaçlarını ve kullanımlarını- sınırlı ya da yansıtıcı biçimde düşünme eğilimini güçlendirmesidir.
Bir Neden Olarak Teknoloji
Televizyonun etkilerinin, kendi sınırlı alanlarında genelde ciddi ve özenli olan sosyolojik ve psikolojik araştırmalarına; 1960’larda tümüyle gelişmiş bir belirleyici -araç- olarak teknoloji teorisiyle, önemli ölçüde ulaşılmıştır. Farklı iletişim yollarının belirli ayırıcı özellikleri vardır; bunlar, belirli tarihsel ve kültürel durumlarla ve amaçlarla ilişkilendirilmiştir.
Mcluhan Eleştirisi
McLuhan’ın araştırmasının başlangıçtaki çekiciliği, iletişim yollarının belirli özelliğine; yani konuşma, basın, radyo, televizyon ve benzerlerinin arasındaki niteliksel farklılıklara yöneltilmiş dikkatidir. Ancak çalışmasında, biçimci geleneğin tümünde olduğu gibi iletişim yolları, asla gerçekte uygulamalar olarak görülmemiştir.
McLuhan, bu tümüyle tarihsel ve sosyal olmayan tabandan, toplumun belirli imajlarını, “elektronik çağ” ve “küresel kasaba” tarafından belirlenen “yeniden kabileleştirme”yi yansıtır. Bunlar, elektronik iletişim yollarının baskın olduğu bir dönemde, herhangi bir gözlemlenebilir sosyal olgu ya da eğilim tanımları olarak yeni bir soruyu ortaya çıkaracak kadar gülünçlerdir. Aksine, görülmesi gereken, iletişim teknolojisi de dahil olmak üzere, teknolojinin ve özellikle televizyonun, belirli bir sosyal düzenin hem amacı hem de sonucu olduğu kökten farklı durumdur. Williams, kitle iletişim araçlarının kültürleri ortaya çıkardığı varsayımına ise şiddetle karşı çıkmıştır.
Bir Sonuç Olarak Teknoloji
Bir teknoloji başarıyla elde edildiğinde, genel bir insanlık değeri veya insani kapasitenin bir uzantısı olarak görülebilir. Ancak tüm teknolojiler, insanlığın bilinen uygulamalarına ya da tahmin edilen ve istenen uygulamalarına yardım etmesi için geliştirilir ve değerlendirilir.
Ne teknolojik determinizm ne belirlenmiş teknoloji
Tüm biçimleriyle teknolojik determinizmi reddetmemiz gerekirken, aynı zamanda, belirlenmiş teknoloji fikrinin de onun yerini almamasına dikkat etmemiz gerekir. Teknolojik determinizm, gerçek sosyal, siyasal ve ekonomik amaç yerine; ya icadın rastlantısal otonomisini ya da soyut bir insani özü koyduğu için savunulamaz bir fikirdir. Belirlenmiş teknoloji fikri de benzer biçimde, insani sürecin tek taraflı, tek yollu bir uyarlamasıdır. Belirlenme (determinasyon) gerçek bir sosyal süreçtir, ancak asla tümüyle denetleyici ve tanımlayıcı bir nedenler topluluğu değildir.
Determinasyonu tek bir güç ya da güçlerin tek bir soyutlaması olarak düşünmek yerine, içinde gerçek belirleyici faktörlerin —güç ya da kapital dağılımı, sosyal ya da fiziksel miras- sınırlar kurduğu ve baskı uyguladığı, ancak, bu sınırların içinde, baskılar altında ya da bu baskılara karşı karmaşık hareketlerin sonuçlarını ne tümüyle denetleyen ne de tümüyle öngören bir süreç olarak düşünmeliyiz.
Ticari amaçlar!
Örneğin televizyonun icadının karmaşık elektronik aygıtlarla ve bilimsel çalışmalarla etkileşimli olduğunu öğrendik. Belirli askeri, yönetimsel ve ticari amaçlara sahip olduğunu ve bunların bu araştırmalarla da ilişkili olduğunu çözdük. Ancak bu durumda baskın gelen asıl, ticari amaçlardır. Daha sonra, ticari bir amaç, kısmen onunla çelişen sosyal eğitim ve denetim kavramlarına bağlı genel sosyal ve siyasal amaçları yüklenmiştir.
Okusunlar ama Yazmasınlar!
İngiltere Endüstri devrinin başında işçi sınıfına okumayı öğretmeyi ancak yazmayı öğretmemeyi amaçlamıştır. Emirlere uyacaklar ve iletebilecekleri hiçbir şeyleri olmayacağından bu aşama pas geçilebilirdi. Ancak denetlenmiş bir amaç, denetlenmeyen bir sonuç doğurdu. Toplumun ve ekonominin daha fazla gelişmesiyle, yazma, sonradan toplumun tümüne yayıldı. Yayıncılıkta okumaya benzer şekilde insanları resmi otoritenin yörüngesine getirecek özel bir eğitim gerektirmez.
Özgür- açık yayıncılık mı?
Kamu özgürlüğünün Amerikan uyarlaması, yalnızca, hizmetlerin satın alınmasına bağlı, açık yayıncılıktır; sonuçta, özgürlük, var olan ekonomik eşitsizliklerle doğrudan ilişkili olarak belirlenir. Her durumda düğmeli alıcı tarafından yok edilen denetim, aktarımın hükmedici ve kapitalist sahipliğinin zoruyla yeniden elde edilir.
Amerikan yayıncılığı
İngiliz ticari televizyonlarının Amerikanlaşmış karakteri hoş karşılanmıştır. Dünyanın pek çok yerinde bu açıkça serbest kalabilen ve erişilebilir kültür, baskın yerel kültürel yapılara ve sınırlamalara hoş bir alternatiftir.
Televizyon bir neslin tümü için önde gelen bir hizmete dönüştü
Çoğu teknik gelişme, askeri, siyasal ve ticari amaçların çağdaş bağlantısını ifade eden şirketlerin ellerindedir. Siyasal gelişimin büyük bölümü, birkaç güçlü devletin kurulu yayıncılık şirketlerinin ve siyasal bürokrasilerinin ellerindedir. Şimdiye kadar gerçekleştirilenlere bakılacak olursa, bu, bildiğimiz anlamda televizyonun ne teorisi ne de uygulamasıdır. Aksine güncel, genel geçer teori ve uygulama, sonuçlardır (nedenler değil).
ALTERNATİF TEKNOLOJİ VE ALTERNATİF KULLANIMLAR
Diğer yandan, yeni teknolojik gelişmelerin bazıları, hem “kamu hizmeti” yayıncılığından hem de “ticari” yayıncılıktan temelde çok farklıdır; gerçekten de bazı durumlarda “yayıncılığın” kendisinden bile farklı olan bir türe yol açacak gibi görünmektedir. Daha sonra, öncelikle yeni teknolojiyi, ikinci olarak da bunun kurumlar, politikalar ve televizyon kullanımları üzerine yapabileceği etkileri açıklamaya uğraşmamız gerekiyor. Ancak bunu yaparken teknolojinin etkileri (sonuçları) belirlemeyeceğini anımsamak zorundayız. Aksine, yeni teknolojinin kendisi, belirli bir sosyal sistemin ürünüdür.
Gelişen Teknoloji
- Görüntüsel bilgi sistemlerinin, ilişkili bir kompleksi kesinlikle gelişim göstereceği.
- İnteraktif televizyon.
Ve son olarak da izleyici ölçümleri, şu anda ulaşılabilir olan tepkisel teknolojinin kullanımıyla, daha doğru ve neredeyse anlık bir işlem olacaktır. Düğmesine basılan tepkisel ekipmanın kullanımının, pek çok tür seçiminin, hızlı ve doğru yapılmasını sağlayacağı kesindir; örneğin bu, teknik olarak erişilebilir belli tedbirlerle, mükemmelen ulaşılabilir bir oylama işlemidir. (Acun Ilıcalı gibi sunucuların yarışma programları)
Sonuç olarak, Williams, 70’li yılların başlarında medya teknolojisinin gelişim potansiyelini görebilmiş, günümüzde tecrübe ettiğimiz dijital kanallar ve internet ile ilgili tahminlerde bulunmuştur. Williams’ın incelenen bu kitabından çıkarılabilecek sonuç genel olarak reklâmlarla yaşayan ve televizyondan merkezileşmiş enformasyon ve bilgi süreçleri sistemlerine kadar uzanan geniş bir alanda günümüzün ve gelişmekte olan geleceğin teknolojisinin bütün sosyal süreçlerimizi etkilemek, değiştirmek ve bazı durumlarda tamamen kontrol etmek için kullanıldığıdır.
Yazan: Duygu Aydemir