Isaac Asimov, 1942 yılında Üç Robot Yasası adlı kısa bir hikâye yazmıştı. Bugün hepimizin bildiği bu yasalardan ilki, “insana zarar vermeme ilkesi” olarak anılır. İkincisi ve üçüncüsü robotun karar vermesi ve kendini korumasını içerir. Fakat bugün robotlarla ilgili “tanrıyı oynamak” gibi başka ciddi tartışmalarımız var. Ve muhtemelen bu yasalar çok ilkel kalacaklar.
Josh Manning
Yapay zekânın oluşumuyla ilgili etik tartışmalar, hem çok yönlü hem de çok çetin geçiyor. Tartışmalar, gerçek bir yapay zekânın icat edilmesinin “tanrıcılık oynamak” olup olmadığının yanı sıra duyguları olmayan bir makinenin içine bir nebze insan ahlakı yerleştirmenin mümkün olup olmayacağı üzerine yoğunlaşıyor.
İnsanoğlunun birçok farklı ülkeye, dine ve gruplara dağılmış olduğunu düşünürsek kimin söz sahibi olacağı sorusu karmakarışık bir hal alıyor. Bu yetkinin kendi hükümeti ve bilim toplumu arasında en yaygın ortak görüşü elde etmeyi ilk başaran ülkeye verilmesi düşünülebilir. Sonrasında geriye her şeyi akışına bırakıp en iyisini düşünmek kalıyor.
Yapay zekânın doğuşu kaçınılmaz mı?
Her hafta tüm dünyadaki üniversitelerde farklı düşünceleri savunan güvenilir bilimsel yazılar yayınlanmakta. İlginç olansa bu olayın önümüzdeki on yıl içerisinde gerçekleşeceğinin yaygın olarak kabul edilmesi. Her şeye rağmen 2011 yılında Caltech Üniversitesi deneme amaçlı ilk yapay sinir ağlarını geliştirmeyi başardı. Kasları ve tendonları olan ilk robot olma özelliğini taşıyan Ecci ile bilimde çığır açılmış oldu.
Böyle bir olaya şahitlik etmemiz, heyecan verici olduğu kadar inanılmaz da. Oxford Üniversitesi Felsefe bölümünden Nick Bostrom bir yazısında şu ifadelere yer veriyor: “Şu an günümüzde yaşayan insanların ömürlerinin süper zekânın oluşumuna şahitlik etmeye yeteceğini, düşük bir ihtimal olarak görmek mümkün değil gibi gözüküyor”. Aslında Bostrom’un söylemek istediği şey büyük ihtimalle bilim kurgunun süper zekâ makinelerinin yakın gelecekte karşımıza çıkacağıdır.
Robot etiği ve makine etiği
Peki, burada söz konusu olan neyin etiği?
Robot etiği kendi insan haklarımız gibi icat ettiğimiz makinelerin de hakları alanına bakıyor. Duyguları olmayan bir robotun bir nevi düşünce ve ifade özgürlüğü gibi hangi hakları olacağı gerçeğini denetliyor.
Makine etiği biraz daha farklı olarak bilgisayar ve diğer sistemlere değinerek bazen yapay ahlak aracısı görevi görüyor. Bununla ilgili bir örnek verelim. Yapay zekâlı bir drone’un “dost ateşi” ile birini öldürmesi durumunda sorumluluğun kimde olacağına dair askeri ve felsefi bilmecedir: Bir makineyi savaş suçları mahkemesine nasıl çıkarabiliriz?
İsaac Asimov 1942 yılında Üç Robot Yasası hakkında kısa bir hikâye yazmış:
Bu zekice akıl edilmiş davranışı yöneten kurallar kusursuz görünseler de gerçek hayatta nasıl uygulanırlar? Asimov’un konuyla ilgili hikâyeler serisi hiçbir kuralın davranışları gerçekleşebilecek her durumda tam anlamıyla tamamen hatasız yönetemeyeceğine işaret etmiş ve 2004 yılında çekilmiş olan Ben Robot isimli filme ilham kaynağı olmuştur.
Kim Söz Sahibi Olacak?
Gelişimin biyo-teknoloji gibi diğer tartışmaya açık alanları da tanrıyı oynamaya çalışıp çalışmadığımız sorusunu dile getiriyorlar. Bunlar zor sorular fakat bilimsel ilerlemenin önümüzdeki yıllarda sınırları zorlaması kaçınılmaz gibi görünüyor. Sınırsız merakımız ve muhtemel ticari uygulamalar bu ilerlemede kuşkusuz itici güç olacaklar.
Peki, yapay zekâ teknolojisi nerede duruyor?
Elbette bir yapay süper zekâ tarafından yönetilen güç ve üretebileceği teknolojinin kontrolden çıkması durumunda verebileceği zararlar, olayı tamamen farklı bir çerçeveye taşıyor.
Japonya, şu an robot sistemleri alanının demirbaşlarından… Nüfusunun gittikçe azaldığını ve sayılı çalışandan alınan vergiler sayesinde emeklilik ve sağlık sistemine muhtaç yaşlı nüfusun hızla çoğaldığını düşünürsek Japonya’nın etikle ilgili tartışmalar yüzünden bu alanda birden kendini geri çekme ihtimali zor görünüyor.
Yapay zekânın ahlaki açıdan sonuçları ne kadar ilginç olursa olsun, bu durumun bir ülke sorunundan ziyade dünya çapında, insan ırkının bir sorunu olduğu gerçeğini gözden kaçırmak çok kolay… Bu konu ülkelerin uzay yarışı senaryolarında karşı karşıya gelebileceği aya ayak basmak gibi bir şey değil… Ama belki internetin bizi birbirimize bağlayan ve her gün büyüyen etkisiyle birlikte dünya çapında bazı doğru kararlar alınabilir.
Çeviren
Reşat Okur