Katil robotlar için endişelenen sokaktaki insanları suçlamıyorum. Bu konudaki fikirleri, binlerce saat izledikleri Star Trek ve Terminator gibi bilim kurgu filmlerince şekillendirilmiş. Ama bir filozof daha iyi bilebilmeli. Notre Dame’daki bir filozof daha iyi düşünüyor olmalı.
Jay W. Richards
Çeviren Şevki Işıklı
Yakında yayınlaacak olan kitabım The Human Advantage ‘da, robotların ve yapay zekalı otomatların (AI) tüm işimizi elimizden alacağı konusundaki endişeyi ele alıyorum. Ben, panik yapmamalıyız, diye düşünüyorum. Ayrıca entelektüellerin insan ile makineyi karıştırmasına yol açan kötü felsefeleri tartışıyorum.
İster inanın ister inanmayın, pek çok zeki bürokrat, ya bizlerin etten kemikten bilgisayarlar olduğumuzu (1) ya da bilgisayarların yakında bilinçli hale geleceklerini (2) düşünürler yahut da her ikisini.
Bu iddiaların hiçbiri için henüz yeterli kanıt yok fakat ateistlerin onlara nasıl içten inandığını görüyorum. İnsanın en nihayetinde sadece fiziğin, rastgele mutasyonların ve doğal seleksiyonun bir ürünü olduğunu düşünüyorsanız, tasarladığımız makinelerin bizi bir noktadan sonra aşacaklarını düşünmeyesiniz ki!
Hıristiyan kurumlarının geri adım atmasını bekleyebilirsiniz. Ne yazık ki buna kani olmanın çok uzağındayız. Don Howard’ı alalım en iyisi. O, önemli bir Katolik üniversitesi olan Notre Dame ‘da felsefe profesörü . NBC.com ’un bir yayını olan “Think” te, “Robotlar, insan haklarını hak ediyorlar mı?” diye soruyor.
Kitabı, bir Notre Dame filozofunun “güçlü AI” (bilgisayarların bilinçli kişiler haline geleceği fikri) için kötü argümanlarla başlamasını umarak fır okudum. Bunun yerine O, güçlü AI ‘yi olmuş farzediyor, itirazsız kabul ediyor.
Bizim gibi robotlar
Sorunu tasvir ederek başlıyor konuşmasına:
“Korkuyu ve neşeyi bilen, geçmişi hatırlayan, geleceği umut eden, acıyı seven ve hissettiren bir varlık, kompozisyon ve üretim kazalarına bakmaksızın, onunla kucaklaşmamızı kesinlikle hak ediyor. Robotların bu kapasitelere sahip olmaları için çok uzun zaman geçmesi gerekmeyebilir.”
Anlayabildiğim kadarıyla iyi bilinen itirazlara rağmen güçlü AI düşüncesini, bir olta kurşunu olarak kabul ediyor. Gerçekte, bilgisayarların bilinçli hale geleceğini düşünmek için daha fazla neden yok. Bütün iddia, insan ve bilgisayarların temelde aynı tür şeyler olduğu varsayımına dayanıyor.
Katil robotlar için endişelenen sokaktaki insanları suçlamıyorum. Bu konudaki fikirleri, binlerce saat izledikleri Star Trek ve Terminator gibi bilim kurgu filmlerince şekillendirilmiş. Ama bir filozof daha iyi bilebilmeli. Notre Dame’daki bir filozof daha iyi düşünüyor olmalı.
Haklar Yok!
Kitabın ilk iki paragrafını okuduktan sonra, Howard ‘ın da robotların bizim yapabildiğimiz her şeyi yapmaya hakları oldukları da olmaları gerektiğini iddia etmesini bekledim. O ise tam tersine, insan hakları ya da başka hakların olmadığını iddia etmeye devam ediyor!
Bu iddia için sunduğu argüman ise kötü ve var olmayan yerler arasında.
Birincisi, başka bir (çoğu zaman yanlış olan) Notre Dame filozofundan şu alıntıyı yapıyor:
“Seçkin ahlak filozofu Alasdair MacIntyre, 1981’deki ‘Erdemden Sonra’ adlı kitabında, ‘Haklar diye bir şey yoktur; haklara inanç, cadılar ve tek boynuzlu atlara inancı da destekler.” Bu bir argüman değil ki, bir şaka!
Nesnel Zemin Var mı?
Daha sonra, Bağımsızlık Bildirgesinde atıfta bulunulan hakların “nesnel bir dayanaktan yoksun” olduğunu iddia ediyor. Fakat Tanrı ne olacak? Jefferson’un yazdığı gibi, bize haklar bağışlayamaz mı? Hayır. Çünkü Howard şöyle yazıyor: “Bugün neredeyse hiç kimse ciddi bir şekilde ilahi haklar teorisine sahip değil.”
Gerçekten mi? Teoriyi ciddiye alan yüz milyonlarca Amerikalı var. Ama sanırım sayılmazlar. Hiçbir durumda bir fikrin düşük statüsü, ona karşı sunulacak ciddi bir argüman olamaz.
Ayrıca, laik akademisyenler sürüsü, hak savunusu yapıyorlar. Buna ne diyorsunuz? “Birçoğumuz” diye açıklıyor Howard, “hakların, içinde yaşadığımız hükumetler tarafından insanlara verildiğini düşünürüz” ki sorun da tam olarak budur.
İlk olarak ve her şeyden önce hak savunucuları, yaşadıkları yeri bir tesadüfe bağlarlar. “Birçoğumuz” daki “çoğumuz” ifadesi, bu soruda benim gibi düşünen insanları refere eder.
Kendi Kendini Yanıtlayan Soru
Filozoflar buna “cevabı kendi içindeki sorular” diyorlar. Howard, gerçek haklarımızın var olmadığını varsayıyor. Hükümetler sadece bazı insanlara onu bahşeder. Ve bu bir problem… Çünkü bunun anlamı Gana’daki insanların Amerikan’dan farklı haklara sahip olduklarıdır.
Fakat onun haklar teorisindeki bu kusur, kapı dışarı ettiği kutsal teori değildir. Kutsal teori hepimizin aynı haklara sahip olduğunu söylüyor çünkü bizler Tanrı’nın imgesinde yaratılmış yaratıklarız. Bu görüşe göre, hükümetler bize haklar bahşetmez. Aksine, gerçek haklarımızı az ya da çok tanırlar. ABD hükümeti onları Çin Halk Cumhuriyeti’nden daha iyi tanır sadece.
Yapılacak olan nedir?
Peki, Howard hakların yerine ne öneriyor?
“Sadakat, hizmet, nezaket, hoşgörü ve katılım gibi vatandaşlık erdemlerine dönmeliyiz. Bunlar bize hem insanlar hem de robotlar için güzel bir topluma sahip olmamızı temin ederler. Keşke bireysel haklar ve kişisel çıkarlara endişelenmek için daha az zaman harcasaydık, ortak iyi için daha fazla endişelenseydik” diyor ve ekliyor “Dünya daya iyi bir yer olurdu”.
Haklara karşı argümanları sağlam olsaydı, kolayca “vatandaşlık erdemleri”nin karşı da ileri sürülebileceğini fark etmiyor gibi görünüyor. Neyse ki argümanları sağlam görünmüyor.
Ben kendi adıma, robotlar için edişelenmiyorum. Kısa vadede, iş yapma yollarımızı bozacaklar fakat öte yandan bizi daha zengin ve daha üretken yapacaklar. Ben daha çok, insanı makine olarak görünmeye, makineyi insan olarak görmeye yol açan akademisyenlerin kötü fikirleri hakkında endişeleniyorum.
Bundan iyi bir şey çıkmaz.
Jay Richards, PhD, Amerika Katolik Üniversitesi’nde İşletme ve Ekonomi Araştırma Görevlisi, The Discovery Institute’te Kıdemli Araştırmacısı, The Stream’in Genel Yayın Yönetmeni